Annemin sohbete daldığı köy
sakini kadın, kendilerinin Samsun’dan gelen Anadolu Rumları olduğunu
söylemişti. Geleneklerini eskisi gibi sürdürüyorlardı. Burası eski bir Türk
yerleşim bölgesiydi. Kadın, Türk evleri ve mezarlığının beldenin yukarısında
olduğunu söylemişti.
Ancak söylediğine göre mezarlık üzerine park yeri yapımı başlamıştı.
Arabayı bulunduğu yerde bıraktık. Kulaklarımızı suyun çağıldayarak akan sesi
dolduruyordu. Asırlık ağaçların altından geçerek vadiden yukarı doğru yürümeye
başladık. Valide, ulu ağaçların arasında çocuklaşmıştı. Gözlerinden
hüzünlendiğini gördüm. Bizden uzaklaşarak ağaçların altında yürümeye başladı.
Sanki çocukluğuna gitmiş, büyükleriyle kavuşma anını yaşıyor gibiydi. Büyük bir
çınar ağacının kalın gövdesini severek belini verdi. Fotoğraf istedi. Ben
fotoğrafını çekerken o çoktan dalıp gitmişti. Büyüklerimiz gıcırdayan
kağnılarıyla bu ağaçların altından geçmişlerdi. Kim bilir belki de şu pınardan
yorgunluk suyu içmişlerdi. Bu serin dere kenarında bir cigara tüttürmüşlerdi.
Bu bölge bize anlatılan mazideki yerlere çok benziyordu. Hepimiz bu bölgeyi çok
sevmiştik. İçimizden bir parçanın buraya ait olduğunu hissediyorduk.
Derenin
üst bölgesinde sağlı sollu kahvaltı evi tarzında işletmeler vardı. Görevli,
park inşaatının daha da yukarıda olduğunu söyledi. Geri dönerek arabayı aldık.
Biraz daha yukarılara çıkmak istiyorduk. Park yerine geldiğimizde biraz
hüzünlendik. Mezarlık yeri, park olarak düzenlenmesi bitmiş, ortaya küçük bir havuz
inşası devam ediyordu. Uğur tarihçi kimliğiyle hemen mezar taşları ve
eskilerden izler aramaya başladı. Belli belirsiz eski yapıların kalıntıları
göze çarpıyordu. Belki bir değirmen, belki bir evin temeli olabilirdi. Parkın
hemen yanından bir dere yaşamın akıp gittiğini bize fısıldıyordu. Bize dost
gelen ulu bir çınar ağacının altında durduk. Az ileride bir pınar suyu vardı. Eski bir çeşme yapmışlardı başına. Yanımızda getirdiğimiz
kabir topraklarını saygı ile ait oldukları topraklara serptik. Annem hepsi için
ayrı ayrı beyaz bez torbalar hazırlamıştı. Bu topraklardan büyük acılarla
kopartılarak Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Molla Ahmet (KÜLÜŞLÜ), Ali Osman
(OCAK), Hasan (OCAK), Halil Ağa (KAPLAN) ait oldukları bu topraklarla
kucaklaşıyordu. Hepsi tüm sevdiklerini ve yaşanmışlıkları gözü yaşlı arkada bırakarak yaşam mücadelesi için bilinmeze doğru yolculuğa çıkmışlardı. Tarihi bir kavuşma anını yaşıyorduk. Çınarın altında ruhlarına dua okuduk. İçimizde görevimizi
yapmanın duygusal huzurunu yaşadık. Bu hikâyelerle büyüyen annem, aramızda en
çok etkilenendi. Dağlardan aşağı Serez Caddesine inerken annemin ağzını bıçak
açmıyordu. Camı aralamış, gözleri dışarda ağaçların arasında tanıdık bir şeyler
arar gibiydi.
Gün
yavaş yavaş akşama dönüyordu. Arabayı bu sefer Rodop Dağlarının güneyinden
Doyran gölüne doğru yönlendirdim.
Güzel ve etkileyici. Paylaşım için teşekkür ederim.Anne tarafım da baba tarafım da Demirhisar'dan. Köy olarak da Meşe ismi geçiyor.
YanıtlaSilÇınar ağacının görselinin olması umudu ile. Kaleminiz dert görmesin.
YanıtlaSil