21 Nisan 2018 Cumartesi

DEMİRHİSAR'DAN YALOVA'YA

      Annemin sohbete daldığı köy sakini kadın, kendilerinin Samsun’dan gelen Anadolu Rumları olduğunu söylemişti. Geleneklerini eskisi gibi sürdürüyorlardı. Burası eski bir Türk yerleşim bölgesiydi. Kadın, Türk evleri ve mezarlığının beldenin yukarısında olduğunu söylemişti.
          Ancak söylediğine göre mezarlık üzerine park yeri yapımı başlamıştı. Arabayı bulunduğu yerde bıraktık. Kulaklarımızı suyun çağıldayarak akan sesi dolduruyordu. Asırlık ağaçların altından geçerek vadiden yukarı doğru yürümeye başladık. Valide, ulu ağaçların arasında çocuklaşmıştı. Gözlerinden hüzünlendiğini gördüm. Bizden uzaklaşarak ağaçların altında yürümeye başladı. Sanki çocukluğuna gitmiş, büyükleriyle kavuşma anını yaşıyor gibiydi. Büyük bir çınar ağacının kalın gövdesini severek belini verdi. Fotoğraf istedi. Ben fotoğrafını çekerken o çoktan dalıp gitmişti. Büyüklerimiz gıcırdayan kağnılarıyla bu ağaçların altından geçmişlerdi. Kim bilir belki de şu pınardan yorgunluk suyu içmişlerdi. Bu serin dere kenarında bir cigara tüttürmüşlerdi. Bu bölge bize anlatılan mazideki yerlere çok benziyordu. Hepimiz bu bölgeyi çok sevmiştik. İçimizden bir parçanın buraya ait olduğunu hissediyorduk.
        Derenin üst bölgesinde sağlı sollu kahvaltı evi tarzında işletmeler vardı. Görevli, park inşaatının daha da yukarıda olduğunu söyledi. Geri dönerek arabayı aldık. Biraz daha yukarılara çıkmak istiyorduk. Park yerine geldiğimizde biraz hüzünlendik. Mezarlık yeri, park olarak düzenlenmesi bitmiş, ortaya küçük bir havuz inşası devam ediyordu. Uğur tarihçi kimliğiyle hemen mezar taşları ve eskilerden izler aramaya başladı. Belli belirsiz eski yapıların kalıntıları göze çarpıyordu. Belki bir değirmen, belki bir evin temeli olabilirdi. Parkın hemen yanından bir dere yaşamın akıp gittiğini bize fısıldıyordu. Bize dost gelen ulu bir çınar ağacının altında durduk. Az ileride bir pınar suyu vardı. Eski bir çeşme yapmışlardı başına. Yanımızda getirdiğimiz kabir topraklarını saygı ile ait oldukları topraklara serptik. Annem hepsi için ayrı ayrı beyaz bez torbalar hazırlamıştı. Bu topraklardan büyük acılarla kopartılarak Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Molla Ahmet (KÜLÜŞLÜ), Ali Osman (OCAK), Hasan (OCAK), Halil Ağa (KAPLAN) ait oldukları bu topraklarla kucaklaşıyordu. Hepsi tüm sevdiklerini ve yaşanmışlıkları gözü yaşlı arkada bırakarak yaşam mücadelesi için bilinmeze doğru yolculuğa çıkmışlardı. Tarihi bir kavuşma anını yaşıyorduk. Çınarın altında ruhlarına dua okuduk. İçimizde görevimizi yapmanın duygusal huzurunu yaşadık. Bu hikâyelerle büyüyen annem, aramızda en çok etkilenendi. Dağlardan aşağı Serez Caddesine inerken annemin ağzını bıçak açmıyordu. Camı aralamış, gözleri dışarda ağaçların arasında tanıdık bir şeyler arar gibiydi.
            Gün yavaş yavaş akşama dönüyordu. Arabayı bu sefer Rodop Dağlarının güneyinden Doyran gölüne doğru yönlendirdim. 

2 yorum:

  1. Güzel ve etkileyici. Paylaşım için teşekkür ederim.Anne tarafım da baba tarafım da Demirhisar'dan. Köy olarak da Meşe ismi geçiyor.

    YanıtlaSil
  2. Çınar ağacının görselinin olması umudu ile. Kaleminiz dert görmesin.

    YanıtlaSil