3 Ağustos 2020 Pazartesi

AZERBAYCAN GÜNLERİ: (2001-2002)

1.      

 

Bursa Askeri Hastanesi dijital dönüşümü için çalıştığım, 2001 yılı ağustos ayının sıcak bir günüydü. 1. Ordu'nun karargahı olan Selimiye Kışlasında sunum yapıyorduk. Herkesin iple çektiği yurtdışı görevlerinden gelebilecek en iyi yerlerden birine seçilmiştim. Azerbaycan görevi verilmişti.  Türk Silahlı Kuvvetleri, yurt dışı göreve gidecek olan personelini öncelikle eğitime alır, ilgili ülke hakkında, uzman kişilerce bilgiler verilirdi. Neden ülke olarak orada olduğumuz, devletimizin politikası, orada kullanılan sistemler ve toplumsal kültür hakkında pek çok bilgiyi içeren biz dizi eğitimden geçirildik. En keyiflisi Azerbaycan Tükçesi ağzı ve toplumsal değerler dersi olmuştu. Amfide aldığımız iki günlük Azerbaycan ağzı sayesinde kulaklarımız dolmuş, indiğimiz anda şoför ve aynı zamanda korumam olan Vulgar’la çok güzel diyalog kurmuştuk. Erkek çocuğunun ad gününe gitmiş,  “Soyadınızı yaşatacak delikanlının şerefine”  diyerek arak (Votka benzeri yerel içki) bardağını kaldırmış, tek yudumda içmiş olmam Vulgar için büyük bir onur olmuştu.

Azerbaycan uçağı öncesi uzun yıllar gönül ilişkisi yaşadığım güzel bir kıza veda etmiştim. Bu onu sevgili olarak son görüşümdü. Sabaha kadar Ankara/Arjantin'de eğlenmiş, Küçükesat'ta bir arkadaşımın evinde vedalaşmıştık. Beni bekleyen taksiyle, ıssız Ankara sokaklarından geçip, Kolej üzerinden İstanbul yoluna çıkarak, Etimesgut Askeri havaalanına geçmiştim. Çok sonraları, babamı toprağa verip Hakkâri’ye dönerken Van’da uçaktan indiğimde telefonda şefkatli sesini duymuş ve havaalanında karşılıklı hıçkırarak ağlamıştık. Teselli telefonu için bu güzel yürekli kadına tekrar teşekkür ederim. Sabah güneş doğmadan Etimesgut Askeri Havaalanında uçak havalanmadan evvel gönlüm yine kırık ve yeni maceralara yelken açıyordum.

       Bizi Azerbaycan’a götürecek olan CASA tipi askeri kargo uçağına binerken başımızdan geçen bir olayı aktarmak isterim. Bindiğim ticari taksi Etimesgut havaalanına vardığında saat sabahın 03:30 sularıydı. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra uçak başı yapmıştık. Normal olarak bizden tecrübeli ağabeylerimizle sıraya girmiş, binme sırasının bize gelmesini bekliyorduk. Önde bir grup rütbeli personel, yer kapma telaşında başlarının üzerinden bavulları uzatmaya çalışıyordu.  Ancak uçaklarda yük dağılımı önemliydi. Rütbece daha düşük güneş gözlükle bir pilot, uçağı izledikten sonra kibarca inmelerini rica etti. Bu arada tipik “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” ağız kavgası başladı. Pilot son derece sakin “ Sizin mantığınızla ve uçağımda oluşturduğunuz yük dağılımıyla, ben bu uçağı kaldıramam” dedi. Eliyle az ilerideki fabrika bacalarını işaret ederek “En iyi ihtimalle bacalara çarpar ve düşeriz” diye son derece sakince azarladı. Pilotun kendine özgüveni, duruşu ve sakinliğine hayran kalmıştım.  Az sonra pilotla sohbete başlayacak ve bizim hazır sıramızı ilk önce aldığından çok keyifli bir yolculuğa çıkacaktık. Ancak askeri havaalanı ve uçaklar sivil havacılıkta olduğu gibi lüks ve konforlu değildir. Uçağın içinde karşılıklı çekilen balıkçı ağlarına benzer oturma yerlerine yan yana oturuyorduk. Dışarıdan gelen müthiş uğultu, bir süre kulaklarımızı rahatsız etmiş, kısa süre sonra alışmıştık. Dışarı baktığımızda Kafkas Dağları yerine Karadeniz’in maviliğini görünce kuzeye gittiğimizi oradan Gürcistan koridoru üzerinden Bakü’ye ineceğimizi anladık. Uçağımız Nasosny askeri havaalanına indiğinde ilk dikkatimi çeken burnumu yakan neft (Petrol) kokusu oldu. Sumgayt üzerinden Hazar Gölünü  (Dışarı bağı olmadığı için göl.) izleyerek petrol kuyularına baktım. Kardeş Azerbaycan artık bağımsızlığını kazanıyor ve yurtdışına açılmak istiyordu. İşte biz bunun için buradaydık. Görev dönüşü ayrılmamdan kısa bir süre sonra Bakü Tiflis Ceyhan (BTC) boru hattı açılacak ve bizim orada var oluş sebebimiz en somut şekilde vücut bulacaktı. 

 

Çok heyecanlıydım. Nazım Hikmet bu şehirde aşık olmuş, çok sevdiğim “Güneşin İçenlerin Türküsü” kitabını bu şehirde yayınlamıştı. Bir şiirinde Bakü’yü şöyle tanımlamıştı:  Moskova’dan yola çıktım bu akşam / Vagonumun kapıları aynalı. / Bakü’ye gidiyorum, ay balam,/ Bakü Aslı, ben Kerem. / Bakü gençliğim demek: / Dost eline emanet ettiğim yürek,/ İliç’in bulağından içtiğim su, / Kardeş sofrasında kestiğim ekmek. / Damda yârin yüzünde yıldızların uykusu; / Bakü gençliğim demek. / Bakü’ye gidiyorum, ay balam, / Bakü Aslı, ben Kerem.” (Moskova-Bakü, 11 Ekim 1957). Ben de bu şehirde aşklar yaşayacak, memleket özlemini iliklerime kadar tadacaktım.

Her yıl aynı eğitimden geçerek bizden önce burada görev yapmış silah arkadaşlarımız, çok güzel uygulamalar başlatmışlardı. Aramızda aylık elli dolar para topluyor, ortaya çıkan parayla kaçkınların (Ermenilerin yaptığı Hocalı katliamın acıları sürüyordu.) veya ihtiyacı olan yerlerde toplu bir derslik, hastane bakım odası, muhtarlık binaları veya çeşme yaptırıyorduk. Aylık maaşların yüz elli dolar olduğu ülkede kat kat yüksek maaş aldığımızdan maddi olarak sorunumuz yoktu. Görevle gitme fırsatı bulduğum her ülkede para biriktirmek yerine gezip kültürünü görmeyi her zaman tercih ettim. Bunun bende kazandırdığı zenginliği, şu an parayla satın alamam. Avusturalya, Güney Amerika ve kutuplar hariç tüm bölgeleri gezmek her insana nasip olmayacak bir zenginlik bana göre.

 

Azerbaycan görevim esnasında dünyanın dört bir yanına dağılmış Türklerin hiç kopmadığını anladım. Gence, Şeki, Şamahı, Fuzuli vb. şehirlerde Ermenistan ve  İran sınırlarına gezilerde halkın bizi dostça bağrına bastığı o sıcak anları yaşadım. İnsanların gözü kulağı bizdeydi. Barış Manço’dan parçalar söylüyor, Kemal Sunal filmlerinden şakalar yapılıyordu. Özel kuvvet personeli harika işler çıkarıyordu. Kafkaslardan Bakü’ye sefer yapan ve kısmen başarılı olan Kafkas Ordusu asker mezarlarını tespit ediyor, biz anıt mezar haline getiriyorduk. Türklük ruhunun bölgede ebedi olmasına bir tuğla koyuyorduk. Kaçkınların yaşadığı bölgelerde toplu sünnet törenleri tertip ediyorduk. Azerbaycan’da paranın yönetim biçimini ve sosyolojiyi nasıl etkilediğini öğrendim. Örneğin kaset çıkartan (2000’li yılların başında kaset halen popülerdi.) sanatçıdan 10.000 adet aldığınızda en çok satan oluyordu. Arabamın arkasında belli sayıda ambalajında paketleri gittiğimiz okullarda veya halka bedava dağıtıyorduk. En yüksek dinlenen parçalar böylece ortaya çıkıyordu. Bazı yazar ve şairlerin sağlık ihtiyaçlarını karşılıyor, gerekirse bilgisayar hediye ediyorduk. Türklük bilinci üzerine harika eserler ortaya çıkıyordu. Belirli zamanlarda gece tertipliyor, sözleri Ahmet Cevad’a ait olan “Çırpınırdı Karadeniz” parçasıyla hüzünleniyor, Kafkas danslarıyla coşuyorduk. Gazeteci ve TV program yapımcılarını şoförümle gerekirse evlerinden aldırıyor, yapılacak haberleri paylaşıyorduk. Uzun yıllar Rus etkisinde kalan ve eğitim alan toplumun üst kesiminde tekrar Türklük bilincinin uyandırılması uzun süren bu emeklerin sonucudur.

 

İran, o yıllarda Hazar petrolü üzerinde hak iddia etmeye başlamış ve karasuları meselesini ortaya atmıştı. Denizde hücumbotları ve havadan jet uçuşlarıyla açıkça tehdit ediyordu. Hazar petrolünü tartışmaya açmak istiyordu. Halen saygıyla andığım Genelkurmay başkanı Orgeneral Hüseyin KIVRIKOĞLU, Azerbaycan Harp Okulu diploma töreninde Türk yıldızlarının gösteri yapması emrini vermişti. Rus ve İran gibi ülkelerin üzerimizde baskısını hissettiğimiz o günlerde böyle yürekli kararların alınması gurur vericiydi. Genelkurmay başkanımızın uçağı Türk yıldızları tarafından koruma çemberi içinde hava alanına indiği günü ve gerginliğimizi hatırlıyorum. Öncesinden başlayan çalışmalar, Hava Kuvvetlerinden gelen profesyonel ekip sayesinde bu ziyaret müthiş bir şölene dönüştü. Azatlık (Özgürlük) Meydanında jet motorlarını kulakları sağır edercesine bir milyon kişinin üzerinden İran’a doğru yaptığı uçuş, büyük bir coşkuyla karşılandı. Hükümet binası üzerinde deklanşöre basarak çektiğim görüntü Hürriyet, Milliyet gibi pek çok ulusal ve uluslararası haber kanallarında kullanıldı. Seyircilerin arasında üstü açık tam donanımlı bir otobüsün üzerinden gösteri idare edilmişti. Gösteri ve tören bitmesine rağmen halk dağılmamış ve otobüse doğru yönelmişti. Bu coşku tehlikeli olmaya başlayınca akıllı davranan gösteri ekip lideri, pilotların otobüse indirerek coşkuyu azaltmaya çalışmıştı. Daha sonraları pek çok haber kanalı, bu seyirci kitlesinin bir rekor olduğunu yazacaktı. Halen internette dolaşan bu muhteşem gösterinin parçası olmak bugün bile benim için büyük bir mutluluktur.  Başınızın üstünden size ait müşterek kuvvetin gücünü ve verdiği güveni Hakkâri Dağ ve Komando Tugayında daha sonra tekrar yaşayacaktım. 

 

Azerbaycan/Bakü’de yaşanılan zamanlar, benim için pek çok tecrübe ve olgunlaşma zamanları oldu. Örneğin kuğu gölü baletini ilk kez doyasıya Bakü’de izledim. Rusların tiyatro ve sahne sanatlarına bayıldım. Bazen akşamları gittiğimiz çok uluslu eğlence mekânlarında ve başka ortamlarda daha rahat hareket etmeye başladım. İçeceğim bitince, sormadan aynı içeceğimi getiren garson, karşımda kadehini bana kaldıran dost İrlandalıyı işaret edince şaşırmıştım.  Kısa süreli sohbetlerle güzel insanlarla tanıştım. Bakü’de Zerdüşt Dinine inan Ateşgah’ta insanların ibadetlerini izledim. Biyoenerji ile tanıştım ve etkilendim. Uluslararası bir haber ajansının temsilcisi dâhil, pek çok sevgililerim oldu. Bir yıllık en gelişmiş marka, son model güçlü bir araç ve şoförün günlüğü on dolardı. İstediğim saatte cep telefonuyla arayıp program bittiğinde beni almasını sağlıyordum. Şoförümün gözü karaydı. Bazı polis kontrol noktalarını seri bir şekilde atlatıyordu.Görünmeden istediğim zaman istediğim yerde olmamı sağlıyordu.

 

Bir akşam generalin oğlu ile bir açılışa gitmiştik. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, eğlencenin zirvesinde mekâna polis baskını oldu. Polisler rüşvetle işi döndürüyor ve sıkıntı çıkartabiliyorlardı. Yanımda fazla nakit kalmamış, üstelik generalin oğluyla nezarethane hiç hoş bir durum olmayacaktı. Şoförümün telefonu cevap vermeyince, iş yerinden rütbeli bir arkadaşımı bizi alması için aradım. Eğlence mekanının mutfak kısmından geçerek arka kapıdan çıkabildik. Sabaha karşı iş yerine ulaşıp, acele duşla tam zamanında toplantı odasında yerimi almıştım. Az sonra başlayacak toplantı “Bazı arkadaşlar, gece hayatlarına dikkat etmeliler” şeklinde babacan bir uyarıyla gelecekti. Tabii benim gözüm yerde ve yüzüm kıpkırmızı…Sanırım rahmetli Zeki DURLANIK paşa ve benim dışımda konuyu bilen yoktu.


Kardeş Azerbaycan'da  yaşadığım bazı olaylara dikkatinizi çekmek isterim. O yıllarda ASELSAN 1919 cep telefonları meşhurdu. Telefonları üst düzey yetkililere hediye olarak dağıtıyorduk. Yüksek nüfuza sahip insanların kullandığı markalar, halk tarafından çabuk benimseniyordu. İyi bir pazar açtığımıza inanıyorduk. Ancak arkamızdan teknik servis/bakım hizmetlerinin aksaması ve ürün devamlılığının sağlanamamasından dolayı, ürün  hak ettiği başarıyı elde edememişti. Diğer bir olay ağaç taşıma işiydi. Türkiye ile haberleşmede kullandığım uydu sisteminin önüne bir çam ağacının yaprakları geliyordu. Özellikle sabahları çiğ ve buzlanma zamanlarında haberleşme aksıyordu. Mecburen ağacı taşımak zorunda kaldık. Ancak ağaç taşıma işinde ne kadar dikkatli olursam olayım ağaç ölmüştü. Ağaç taşıma işinin pek başarılı bir süreç olmadığını öğrenmiştim. Azerbaycan'da Türk öğrenci ve iş adamlarıyla bazen karşılaşıyorduk. Bizler, asker olarak görevimizi yaptığımız kadar diğer kurumların da görevini yapmasını bekliyorduk. Ancak büyükelçilik personeli bizim kadar heyecanlı ve görev odaklı değildi. Bu süreçlerin özellikle ekonomi, gümrük ve malların serbest dolaşımı konularının çok sık aksadığını gördük. O zamanlar internet ve haberleşme hizmeti kısıtlı ve pahalı olduğundan lüks sayılabiliyordu. Asker olarak ekipmanlarımız çok sağlamdı. Örneğin yanımda bulunan uydu üzerinden TUYT (Taşınabilir Yer Uydu Terminali) üzerinden, zaman zaman sivillerin aileleriyle haberleşmelerine imkan tanıyorduk. Üç dakikalık kesiciyle hem personel, hem sivil vatandaşlarımızın aileleri ve sevdikleriyle görüşmelerinde zaman zaman duygusal anlar yaşanıyordu. Azerbaycan'da Rus,Yunan, İngiliz ve pek çok ülkenin personeli kendi ülke menfaatleri için çalışıyordu. Bunları eleyerek bizlerin daha yukarıda kardeş Azerbaycanla yaptığımız işlerin bir kısmını burada yazmaya çalıştım. Süreç halinde ve doğru politikalarla ilerlense, eminim Türk Dünyası kardeşliği çok daha iyi noktalara gelecektir. 

Yıllar sonra Azerbaycan Türklerinden doktor dostumun büyük oğlu, beni sosyal medyadan bulacak ve o Almanya'da ben Yalova'dan dostça seslerimiz sanal ortamda yeniden buluşacaktı. Bu kadar sıcak ve hiç ayrılmamış gibi içten sohbet edecek "Kardaş elimizden gelen bir şey olursa çekinme" ısrarlarıma rağmen her Türk gibi savaş halinde tüm gururlu cesaretiyle ülkesine dua etmemi isteyecekti. Elbette elim boş durmayacak Azerbaycan'a elimden geldiğince maddi ve manevi katkıda bulunacaktım. Sağlam kanallardan maddi destek sağlarken, özellikle yurt dışı sitelerde kendi dillerinde psikolojik savaşa katılmaya çalıştım. 2001 Yılının sıcak ağustos ayında tozlu Sumgayt tren istasyonunda beni uğurlayan küçük Türkel, şimdi büyümüş ve Almanya'da lojistik okuyor. Yolun ve bahtın açık olsun dost Türkel ve kardeş Azerbaycan.

Çok şükür  10 Kasım 2020 tarihinde Ermenistan yenilgiyi kabul etti. Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya barış antlaşması imzaladı. Azerbaycan Demir Yumruk Operasyonu Türkiye'nin de yardımıyla büyük bir zafer elde etti. Şehitlerimize Allahtan gani gani rahmet dilerken, gazilerimize acil şifalar dilerim. Akıl, bilim ve inançla kazanılan bu zafer hepimizin gururu.

                    Sırmalar sarsam koluna, inciler dizsem yoluna

                Fırtınalar dursun yana, yol ver Türk'ün bayrağına

                Kafkaslardan aşacağız, Türklüğe şan katacağız

                Türkün şanlı bayrağını Kafkaslara asacağız.

Derken şaka yapmıyorduk.

YENİ MİLENYUMA GİRİŞ VE BURSA ASKERİ HASTANESİ: (2000-2002)

1.       YENİ MİLENYUMA GİRİŞ VE BURSA ASKERİ HASTANESİ: (2000-2002)

 

Milenyum denilen 2000’li yıllara girmeye hazırlanıyorduk. Bir taraftan bütün bilgisayarların etkileneceği ve çökeceği söyleniyor, diğer taraftan teknolojinin gelişeceği söylenerek umut aşılanıyordu. Bilgisayarların EPROM (Elektronik Programlanabilir Hafıza) üzerinde iç yazılımlarını acil olarak değiştirmiştik. Yılbaşı akşamı endişeyle etrafı gözlediğimi hatırlıyorum. Çünkü saat tam 00:00 işaret edilmişti. Ancak korkulan olmadı. 2000’li yıllar daha çok teknoloji ile hatırlanacaktı. Cep telefonları çıkacak, artık saat verilerek Ankara KIZILAY binası veya eski YKM (Yeni Karamürsel) önünde buluşmalar bitecekti. Artık randevulaşma yeri Sakarya veya daha havalı olan Yüksel Caddesiydi.

        Babam iyice rahatsızlanmıştı. Askerlik mesleğini seçen her insan gibi hep ailesinden uzaklarda olmuş, iyi evlat olamadığımı düşünüyordum. Babama yakın bir yerlere tayin olmak istediğimi personelde üst düzey arkadaşlara bildirdim. Tayinim Bursa Askeri Hastanesi’ne çıktı. Bu arada babamın bana küçüklüğümde göbek adı olarak koyduğu, Deniz adını küçük bir mahkemeyle adıma eklettim. Doğduğumda büyük dedemin vefatıyla ve babaannemin ısrarıyla Yusuf adını koymuşlardı. Ama ben kendimi geçmiş ve gelecek arasında köprü olarak görüyor, Deniz adının çok yakışacağına inanıyordum. Çünkü geleceğe umutla bakıyor, bir şeyleri değiştirebileceğimize inanıyordum. İnsan yirmili yaşlarda dünyayı değiştirebileceğine gerçekten inanıyor.

        Türk Silahlı Kuvvetleri, karargâh ve okul yerleşkelerinden sonra hastaneleri dijitalleştirmek istiyordu. Son derece yerinde bir karardı. Çünkü hastaneler içinde insan olan ve ciddi paralar harcanan yerlerdi. Bursa Askeri Hastanesi başında Balkan kökenli Başhekim Albay S. vardı. Benden önce çok hırslı bir binbaşım işi yönetmişti. Bizi bir araya getirerek acilin yakınında kütüphanede çalışma ve planlamalara başladık. Fiber kablo ve bilgisayar planlamaları yapıldı. S. Albayım bizim isteğimizle tüm personeli topladı ve hiç unutmadığım şuna benzer bir konuşma yaptı: ”Atalarımız Kurtuluş Savaşı’nda düşmana karşı cephede canı ve kanı pahasına çalıştı. Bizlere bu vatanı armağan ettiler. Şimdi ise cehaletle savaşma zamanıdır. Yanımda gördükleriniz (Bizler oluyorduk) bu konuda benim yardımcılarımdır. Onlara yardımcı olalım. El birliğiyle başaracağız. Herkes çok etkilenmiş görünüyordu. Biz de bu kadar ateşli konuşma beklemiyorduk, ama çalışırken çok işime yaradı. Umarım yönetimde bu ruhta insanlar halen görev yapmaktadırlar. Çünkü üst idare gerekli iradeyi göstermezse çabalar bir işe yaramayacaktır. Üst irade doğru hedefler koymadıkça strateji, taktik veya teknik seviyeniz ve çabanız bir işe yaramayacaktır.

        Bize öğretilen bir yönetim piramidini aklımda kaldığı kadarıyla hemen aktarayım. Üçgenin en altında teknik seviye bulunur. Burası işin saha kısmı yani icra edildiği yerdir. Üzerinde taktik seviye bulunur. Burada takım halinde ve kısa ve orta vadeli kararların alındığı yerdir. Bir üzerinde stratejik seviye bulunur. Burası orta ve üzeri kararların alındığı, daha büyük kaynakların karar verildiği yerdir. Bir sonraki politika seviyesidir. Burası artık sizin gitmek istediğiniz yönün belirlendiği yerdir. En üstte siyasi ve ideoloji bulunmaktadır. Bu ideoloji kavramını sonradan ekledim. Çünkü biz asker olarak orada kümelenmeyi atladığımızı veya hafife aldığımızı düşünüyorum. Diğerleri bazı giyim-kuşam, selamlaşma, şekil üzerinden bütün olarak bir-birlerini gözetmekte ve ideolojinin bireyler arasında çimento görevi gördüğünü düşünüyorum. Bu konuyu ileride daha da açarız.

 

        Başhekimin ateşli konuşmasından sonra şirketi hastaneye soktuk ve hastane inşaat alanına döndü. Ancak bunu yaparken planlama ve personelin işin içine sokulması çok önemliydi. Koskoca hastanede bir anda şalteri indirip, hastaları kapı önüne koyamazdık. Gündüz normal mesai yapılarak hasta kabul edilecek, diğer yandan yapısal kablolama, bilgisayar eğitimleri verilecekti. Elimizde az miktarda bulunan askeri personel ve firma elemanlarından oluşan ekipler kurduk. Personelin canla başla işin içinde olduğu bir dijital dönüşüm yaşıyorduk. Hastaneye yakın Bursa Hürriyet Mahallesi Soğukkuyu’da cami yanında müstakil bir ev tutmuştum. Evim eski olmasına rağmen çok keyifli bir evdi. Bahçede nar ağaçlarım, arkada yeşillikler içinde kamelyam vardı. Ev arkadaşım Özgür KOÇAK bize akşamları keman çalardı. Ancak bu çalışma temposunda çok keman dinlediğimi söyleyemem. Başhekim, ben söylemeden hastanenin en az kullanılan süit odasını ayırtmıştı. Geceleri yorgun düştüğümde süit odada veya bir hasta odasında kalıyordum. Zaten gençliğin verdiği heyecanla pek az uyuyordum. Uyandığımda elimde planlama haritaları ile bölümleri oda oda geziyor ve birlikte planların üzerinden geçiyorduk. Özel eşyaların kaldırılmasını, hassas olan tıbbi ve elektronik cihazların güvenceye alınmasını, kısaca ortamı yapısal kablolamaya ayırıyorduk. Bu arada yüksek güçte çalışan iş makinalarının elektrik sistemine geri yükleme yaparak bazı cihaz ve özellikle eski tüplü monitörleri bozduğunu hatırlıyorum. Kırma işlemleri devam ederken kanaletler atılıyor, hemen diğer ekip kablolama yapıyordu. Bir yandan kabinler ve kablo uçları takılıyordu. Bütün bunlar gecenin karanlığında ışıl ışıl aydınlanan hastane koridorlarında hummalı ortamda devam ediyordu. Gece yarısı mutfaktan sıcak çorba ve bazen sürpriz yemekler yaptırıyordum. Çay ve su servisi yirmi dört saat devam ediyordu. Sabah gün ağarırken hemen odaların temizliği yapılıyor, hastane eşyaları yerli yerine koyarak gelen mesai personeli ve hastalara hazır hale getiriyorduk. Başhekim bizim yaptıklarımıza göz yumuyor ve bizi destekleyerek cesaret veriyordu. Mesai esnasında genellikle hastaların azaldığı öğleden sonraları bilgisayar eğitimleri veriyorduk. Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası dağıtılmaya başlamıştı. Hastane personelinden uygun olanlara, gasil hane (Hayatı sona eren hastalara dini vecibelerini yerine getiren kişi) sorumlusu imam arkadaşımız dâhil, hasta kayıt görevi verdik. Buraya dikkat! Başhekim gerekli iradeyi ortaya koymamış olsaydı, gasil hane sorumlusuna bilgisayar kayıt işi veremezdik. Hastaneye gelen herkesin fotoğrafını çekiyor, TC kimlik numarasını barkod çıktısını alarak sağlık cüzdanına yapıştırıyorduk. Hastaların bir sonraki müracaatlarında, kayıt işlemi barkod okutarak, sıramatikten gideceği bölüme numara verilmesiyle, saniyeler içinde bekletilmeden hasta kaydı yapılmış oluyordu. Sıra bekleme işlemini çeşitli havaalanında olduğu gibi ekranlara şeffaf olarak yansıtıyorduk. Böylece yığılmanın önüne geçmiş oluyorduk. Artık randevu sistemine hazırdık. Böylece Hastane Uygulama Programı (HUY) için alt yapı oluşmaya başlamış, veriler bilgi haline gelmiş, bilgeliğe doğru tam hız koşuyorduk. Tabii başımıza geleceklerden habersizdik.

        Hastanenin her köşesine fiber kablolama yaptıktan sonra bilgisayar donanımları, terminaller, sunucular geldi. Yazılım ekibiyle sunucuyu ve yazılımları ayağa kaldırdık. Tüm personele bilmesi gereken prensibinde eğitimler verildi. Hastanede firmadan personel bizimle birlikte mesaiye başladı. Birlikte anında çözümler geliştirerek personelin yanında olduk. Hastanenin her an her köşesinde faal çalışıyorduk. Döner sermaye modülü dışında her konuda sistem veri üretmeye başlamıştı.

        Dijitalleşmenin ortaya çıkardığı sayısal veriler artık konuşmaya başlamıştı. Örneğin bazı bölgelerde artan hastalık üzerinde bilgi sahibi olmaya başlamıştık. Hastane alanına giren bir köyde guatr hastalığının yüksek seyrettiği bilgisine sahiptik. Dünya Sağlık Sisteminin o zamanlarda belirli coğrafyada yaşayan insan topluluğunun görülen %10 takip altına alma veya %20 alarm seviyesini sistemden görebiliyorduk. Sistemi farmakoloji (İlaç bilim sistemi) entegre ederek, etki ölçümünü, ilaçların son kullanma tarihi yaklaşanlara ihtiyaç duyulan diğer bölgelere kaydırılmasını sağlıyorduk. Sıradan bir doktorun muayenede teşhis koyma süresinin yedi dakika olduğu ortaya çıkıyordu. Döner sermaye modülü işliyordu. (Ancak bu kısma girmemem istenmişti. Hatta donanımsal olarak ayrılmıştı.) Yaşlı, gazi gibi öncelikli hastaları sistem otomatik ayarlıyor, adam kayırmalar ortadan kalkıyordu.

Tüm bu bilgilerin TAFICS (Turkish Armed Forces Communications System) üzerinden farklı bir coğrafyada felaket anında bilgilerin kaybolmayacağı başka bir yere yedeklenmesi ve Türkiye’nin neresine gidilirse gidilsin bu verilerin kullanılması önünde engel kalmamıştı. Örneğin, bir vatandaşımız Türkiye’nin her hangi bir yerinde kaza geçirerek şuurunu kaybettiğinde kan grubu ve diğer kronik hastalıkları (Alerji, kalp, daha önce geçirdiği hastalıklar vs.) hızla erişilerek yerinde, doğru ve hızlı müdahale edilebilecekti. Diğer yandan çalışmaların felsefe ve ahlaki boyutunu yurt dışı akrabalarla tartışıyorduk. Almanya Siemens’te çalışan bir arkadaşımdan şiddetli itirazlar geliyordu. Bu görüşmelerde, çalışmalarımızla onların önünde olduğumuzu da anlıyordum.

        Bu süreçte en büyük sorunu merkez olan Ankara’dakilerle yaşamıştık. Hatta bir ara başhekimin emriyle firmayı nizamiyeden içeri almadık. Firma, Ankara’daki abilerine güveniyor, bizim isteklerimizi göz ardı ediyordu. Kanımca bu tür planlamalarda en baştan sona kadar, yani planlamadan başlayarak tüm ihale sürecinde merkezden ve yerelden yeterli sayıda gerekli branşlardan katılımla yürütülmesi daha sağlıklı olacaktır. Parayı veren merkezin güdümünde hareket eden firma yerelde çalışanı göz ardı edebiliyordu. Başhekimin dik duruşu, merkezdeki arkadaşların geri adım atmasıyla olay tatlıya bağlandı. Bu tecrübe daha sonra Genelkurmay Başkanlığı Muhabere ve Bilgi Sistemleri Kripto Şube’de görev yaparken çok işime yarayacaktı. Hatta Kripto Yönetimi Yönergesi’ne ilaveler koyulmasını sağlayacaktım.

        Bölgede 1999 depremi ardından başlayan tedirginlik devam ediyordu. Biz de kendimize göre çoklu parçacıklı su analiz cihazı (Multi-particulate) almış, hastaneyi besleyen kaplıca suyunun analizini yapıyorduk. Yer altı sularında radon gazının artışı depremsellik belirtisi olabileceği bilgisi yaygındı. Kuyuya saldığımız cihazdan ağ kablosu çektik. Kabloyu tam da yönetim odasının önündeki ağaçların dallarından geçirdiğimizi gören başhekim bize takıldı. Ama hiçbir zaman engel olmadı. Babacan ve destekleyen tavrını hep minnetle anarım. Cihazdan gelen bilgiye yazılımla eşik gerilimlerini tanımlamış, eşik gerilimleri aştığı anda tanımlanmış cep telefonlarına kısa mesaj göndermesini sağlıyorduk. O zaman uyguladığımız bu bilgiler daha sonra Yalova Belediyesi’nde ZAMBAK (Zamandan ve Mekandan Bağımsız Kamu Yönetimi) çalışmalarında çok işime yarayacaktı.

        Başhekim Albay S. bununla da kalmamış, hastanemizin Türkiye Balneoterapia Sempozyumuna (Aklımda kaldığı kadarıyla “Yer Altı Su Kaynaklarının (Özellikle sıcak su) İnsan Sağlığına Etkileri ) ev sahipliği yapmasını sağlamıştı. Uludağ Askeri Otelde, ülkemizin sayılı bilim adamlarını davet etmişti. Pek çok akademisyen davete icap ederek akademik çalışmalarınıı sunmuşlardı. Sempozyumda çok kaliteli ve genç bir ekiple canla başla çalışmış, elektrik kesintisinin ve sistemin çok kötü olduğu bir tesiste üstesinden gelmiştik. Bu arada bir kesintisiz güç kaynağını yaktığımızı hatırlıyorum. Hastan doktorlarımız gururla kendi yaptıkları çalışma sonuçlarını sunmuşlardı. Aklımda kalan önemli bir konu içme suları ile ilgili olandı. Meşhur Tokat-Niksar suyu içinde arsenik olduğu bilgisinin yalan olduğu ve bazı büyük yabancı firmalarca (Kim olduklarını herkes tahmin edebilir) kasıtlı olarak ortaya atıldığıydı. Yabancı firmalar içecek dağıtım ve pazarlama ağını kurmuş, bazı su kaynak hakkı alımlarını çok öncesinden tamamlamışlardı. Alımlara süratle devam etmekteydiler. Türkiye, deprem bölgesi olmasıyla dezavantajlı gibi görünürken, sularımızın mineral yönünden zenginliği olarak bize avantaj sağlıyordu. Ankara musluk suyunun eski kalitesini hatırlayanlar çıkacaktır. Bu zenginlik tüm bölgelerde iyi tesis ve malzemelerle halkımıza ulaştırılabilirse, ülkemizin uzun bir süre içme suyu olarak belediyelerce ucuza sağlanacaktı. Sularımızın şişelenerek yurt dışı ve özellikle Ortadoğu ülkelerine pazarlaması sağlanacaktı. Tüm bu bildiriler bir kitap haline getirilerek sonuç bildirgesiyle birlikte ilgili yan ve üst makamlarla paylaşıldı. Sanırım bu sempozyum bana akademiyle tanışma ve sevme fırsatı vermişti.

        Babamın rahatsızlığı iyice artmıştı. Sugören Köyü’nde yıllarca idarecilik görevi yapmış babam, artık kendi kendini bitiriyordu. Bursa’ya çekmek istediysem de başarılı olamadım. Sempozyum esnasında en tepede anten kulesinde elinde sıcak şarapla akademisyenlerle sohbet ederken babamı hatırlıyorum. Elinde sıcak şarap kadehi, akademisyenlere toprakla ilgilenmenin ne kadar sağlıklı olduğunu ve ağaçlarını anlatıyordu. Etrafındakiler onun bağlarını ve zeytin ağaçlarını dinliyordu. Bazen yeterince iyi evlat olup olmadığımı da sorguluyor insan. Yalova’nın Sugören Köyüne giden yol mezarlığın yanında geçer. Size ölümü ve geçmişinizi hatırlatır. Mezarlıktan geçerken dualarıma babamı da koyar, “Cennette gül bahçesinde rahat etmelerini, onların bilgeliğinden bize de nasip olması” kelimelerini çocuklarımın yanında söylerim. Bu satırları yazarken olduğu gibi, bazen insanın kaybettiklerine gözleri dolar.

        Bir gün başhekim tarafından makama çağrıldım. Aslında makamdan ziyade fikir ve toplantı odasıydı. Veya ben öyle hissediyordum. Başhekimimiz heyecanla Ankara’dan davet geldiğini ve tüm çalışmaları sunuma hazırlamamı istedi. Bursa Askeri Hastanemizde kısa zamanda yapılan bu değerli çalışmalarımızı çantaya koyduk. Zamanın meşhur Nilüfer Turizm en önde koltuk alarak geceden yola çıktık. Başhekimimiz mütevazı bir adamdı. Klasik marka özel arabasıyla 1. Ordu İstanbul’a götürür, gerektiğinde hiç yüksünmeden toplu ulaşımla seyahat ederdi. Sabaha karşı merkez orduevinde üzerimizi değiştirip tıraş olduk. Hemen karşı çaprazda, ilk görev yerim Kara Kuvvetleri Karargâhına giriş yaptık. Toplantıda daha çok sağlık bilgi sistemi yöneticileri vardı. Rütbemin düşük kalmasına alışkındım. Ancak kabul görülme oranınız maalesef rütbenizle aynı oranda azaltmaktaydı. Sıra bize geldiğinde, kürsüye çıktım ve sunumun üzerinden defalarca geçtiğimizden kendimden emin şekilde ilerlemeye başladım. Sağlık verilerinin işlenmesi ve gerekirse Sağlık Bakanlığı ile paylaşılarak yerinde önleyici tedbirlerin alınması safhasına gelindiğinde itiraz geldi. Konu bilgi güvenliği ihlali olarak değerlendirilerek eleştirildik. Başhekimin araya girmesiyle olay yıldızlar savaşına döndü. Ve bizim görüşlerimiz toplantıda en çok GATA temsilcisi tarafından engellendi. Sistemin pilot bölge olarak uygulanması ve geliştirilerek yaygınlaştırılması engellendi. Bu gelişmeye engel, kıskanç veya tarifi nasıl yapılır bilemediğim zihniyet her yerdeydi.

 

        Bursa tayinim meslek hayatıma çok şeyler katmıştı. Kendi gözümüzle Türkiye’nin önünden geçen dijitalleşme trenini gördük, omuz verdik. Başarılı olduğumuz yerler oldu. Ancak çok daha yüksek başarı gösterilebilirdi. Böyle güzel ekip çalışmalarını halen özlüyorum. Bu çalışmalar bana gizlilik dereceli bilgiye erişim izni olan kripto belgesi almamın önünü açmıştı. Böylece bilgi güvenliği gibi günümüzün önemli bir meslek disiplinine adım atmış oldum. Daha sonra meslek hayatım buna göre şekillenecekti. İstanbul 1. Ordu’da bir görev esnasında arkadaşlar yurt dışı görevimin çıktığı bilgisini verdiler. Bu sefer Azerbaycan’a gidiyordum. İyi tarafı, yurt dışı görevi herkesin beklediği geniş imkân ve tecrübe demekti, kötü tarafı böylesine heyecanlı devam eden bir süreçte Bursa ekibimi yalnız bırakıyordum.