1.
YENİ MİLENYUMA
GİRİŞ VE BURSA ASKERİ HASTANESİ: (2000-2002)
Milenyum denilen 2000’li yıllara girmeye hazırlanıyorduk. Bir taraftan
bütün bilgisayarların etkileneceği ve çökeceği söyleniyor, diğer taraftan
teknolojinin gelişeceği söylenerek umut aşılanıyordu. Bilgisayarların EPROM
(Elektronik Programlanabilir Hafıza) üzerinde iç yazılımlarını acil olarak
değiştirmiştik. Yılbaşı akşamı endişeyle etrafı gözlediğimi hatırlıyorum. Çünkü
saat tam 00:00 işaret edilmişti. Ancak korkulan olmadı. 2000’li yıllar daha çok
teknoloji ile hatırlanacaktı. Cep telefonları çıkacak, artık saat verilerek
Ankara KIZILAY binası veya eski YKM (Yeni Karamürsel) önünde buluşmalar bitecekti.
Artık randevulaşma yeri Sakarya veya daha havalı olan Yüksel Caddesiydi.
Babam iyice rahatsızlanmıştı. Askerlik
mesleğini seçen her insan gibi hep ailesinden uzaklarda olmuş, iyi evlat
olamadığımı düşünüyordum. Babama yakın bir yerlere tayin olmak istediğimi
personelde üst düzey arkadaşlara bildirdim. Tayinim Bursa Askeri Hastanesi’ne
çıktı. Bu arada babamın bana küçüklüğümde göbek adı olarak koyduğu, Deniz adını
küçük bir mahkemeyle adıma eklettim. Doğduğumda büyük dedemin vefatıyla ve
babaannemin ısrarıyla Yusuf adını koymuşlardı. Ama ben kendimi geçmiş ve
gelecek arasında köprü olarak görüyor, Deniz adının çok yakışacağına inanıyordum.
Çünkü geleceğe umutla bakıyor, bir şeyleri değiştirebileceğimize inanıyordum. İnsan
yirmili yaşlarda dünyayı değiştirebileceğine gerçekten inanıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri, karargâh ve
okul yerleşkelerinden sonra hastaneleri dijitalleştirmek istiyordu. Son derece
yerinde bir karardı. Çünkü hastaneler içinde insan olan ve ciddi paralar
harcanan yerlerdi. Bursa Askeri Hastanesi başında Balkan kökenli Başhekim Albay
S. vardı. Benden önce çok hırslı bir binbaşım işi yönetmişti. Bizi bir araya
getirerek acilin yakınında kütüphanede çalışma ve planlamalara başladık. Fiber
kablo ve bilgisayar planlamaları yapıldı. S. Albayım bizim isteğimizle tüm
personeli topladı ve hiç unutmadığım şuna benzer bir konuşma yaptı: ”Atalarımız Kurtuluş Savaşı’nda düşmana
karşı cephede canı ve kanı pahasına çalıştı. Bizlere bu vatanı armağan ettiler.
Şimdi ise cehaletle savaşma zamanıdır. Yanımda gördükleriniz (Bizler oluyorduk)
bu konuda benim yardımcılarımdır. Onlara yardımcı olalım. El birliğiyle
başaracağız.” Herkes çok etkilenmiş
görünüyordu. Biz de bu kadar ateşli konuşma beklemiyorduk, ama çalışırken çok
işime yaradı. Umarım yönetimde bu ruhta insanlar halen görev yapmaktadırlar. Çünkü
üst idare gerekli iradeyi göstermezse çabalar bir işe yaramayacaktır. Üst irade
doğru hedefler koymadıkça strateji, taktik veya teknik seviyeniz ve çabanız bir
işe yaramayacaktır.
Bize öğretilen bir yönetim piramidini
aklımda kaldığı kadarıyla hemen aktarayım. Üçgenin en altında teknik seviye
bulunur. Burası işin saha kısmı yani icra edildiği yerdir. Üzerinde taktik
seviye bulunur. Burada takım halinde ve kısa ve orta vadeli kararların alındığı
yerdir. Bir üzerinde stratejik seviye bulunur. Burası orta ve üzeri kararların
alındığı, daha büyük kaynakların karar verildiği yerdir. Bir sonraki politika
seviyesidir. Burası artık sizin gitmek istediğiniz yönün belirlendiği yerdir. En
üstte siyasi ve ideoloji bulunmaktadır. Bu ideoloji kavramını sonradan ekledim.
Çünkü biz asker olarak orada kümelenmeyi atladığımızı veya hafife aldığımızı
düşünüyorum. Diğerleri bazı giyim-kuşam, selamlaşma, şekil üzerinden bütün
olarak bir-birlerini gözetmekte ve ideolojinin bireyler arasında çimento görevi
gördüğünü düşünüyorum. Bu konuyu ileride daha da açarız.
Başhekimin ateşli konuşmasından sonra şirketi
hastaneye soktuk ve hastane inşaat alanına döndü. Ancak bunu yaparken planlama
ve personelin işin içine sokulması çok önemliydi. Koskoca hastanede bir anda şalteri
indirip, hastaları kapı önüne koyamazdık. Gündüz normal mesai yapılarak hasta
kabul edilecek, diğer yandan yapısal kablolama, bilgisayar eğitimleri
verilecekti. Elimizde az miktarda bulunan askeri personel ve firma
elemanlarından oluşan ekipler kurduk. Personelin canla başla işin içinde olduğu
bir dijital dönüşüm yaşıyorduk. Hastaneye yakın Bursa Hürriyet Mahallesi
Soğukkuyu’da cami yanında müstakil bir ev tutmuştum. Evim eski olmasına rağmen
çok keyifli bir evdi. Bahçede nar ağaçlarım, arkada yeşillikler içinde kamelyam
vardı. Ev arkadaşım Özgür KOÇAK bize akşamları keman çalardı. Ancak bu çalışma
temposunda çok keman dinlediğimi söyleyemem. Başhekim, ben söylemeden
hastanenin en az kullanılan süit odasını ayırtmıştı. Geceleri yorgun düştüğümde
süit odada veya bir hasta odasında kalıyordum. Zaten gençliğin verdiği
heyecanla pek az uyuyordum. Uyandığımda elimde planlama haritaları ile
bölümleri oda oda geziyor ve birlikte planların üzerinden geçiyorduk. Özel eşyaların
kaldırılmasını, hassas olan tıbbi ve elektronik cihazların güvenceye
alınmasını, kısaca ortamı yapısal kablolamaya ayırıyorduk. Bu arada yüksek
güçte çalışan iş makinalarının elektrik sistemine geri yükleme yaparak bazı
cihaz ve özellikle eski tüplü monitörleri bozduğunu hatırlıyorum. Kırma
işlemleri devam ederken kanaletler atılıyor, hemen diğer ekip kablolama
yapıyordu. Bir yandan kabinler ve kablo uçları takılıyordu. Bütün bunlar
gecenin karanlığında ışıl ışıl aydınlanan hastane koridorlarında hummalı
ortamda devam ediyordu. Gece yarısı mutfaktan sıcak çorba ve bazen sürpriz
yemekler yaptırıyordum. Çay ve su servisi yirmi dört saat devam ediyordu. Sabah
gün ağarırken hemen odaların temizliği yapılıyor, hastane eşyaları yerli yerine
koyarak gelen mesai personeli ve hastalara hazır hale getiriyorduk. Başhekim bizim
yaptıklarımıza göz yumuyor ve bizi destekleyerek cesaret veriyordu. Mesai
esnasında genellikle hastaların azaldığı öğleden sonraları bilgisayar
eğitimleri veriyorduk. Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası dağıtılmaya
başlamıştı. Hastane personelinden uygun olanlara, gasil hane (Hayatı sona eren hastalara
dini vecibelerini yerine getiren kişi) sorumlusu imam arkadaşımız dâhil, hasta
kayıt görevi verdik. Buraya dikkat! Başhekim gerekli iradeyi ortaya koymamış
olsaydı, gasil hane sorumlusuna bilgisayar kayıt işi veremezdik. Hastaneye
gelen herkesin fotoğrafını çekiyor, TC kimlik numarasını barkod çıktısını
alarak sağlık cüzdanına yapıştırıyorduk. Hastaların bir sonraki müracaatlarında,
kayıt işlemi barkod okutarak, sıramatikten gideceği bölüme numara verilmesiyle,
saniyeler içinde bekletilmeden hasta kaydı yapılmış oluyordu. Sıra bekleme
işlemini çeşitli havaalanında olduğu gibi ekranlara şeffaf olarak
yansıtıyorduk. Böylece yığılmanın önüne geçmiş oluyorduk. Artık randevu
sistemine hazırdık. Böylece Hastane Uygulama Programı (HUY) için alt yapı
oluşmaya başlamış, veriler bilgi haline gelmiş, bilgeliğe doğru tam hız koşuyorduk.
Tabii başımıza geleceklerden habersizdik.
Hastanenin her köşesine fiber kablolama
yaptıktan sonra bilgisayar donanımları, terminaller, sunucular geldi. Yazılım
ekibiyle sunucuyu ve yazılımları ayağa kaldırdık. Tüm personele bilmesi gereken
prensibinde eğitimler verildi. Hastanede firmadan personel bizimle birlikte
mesaiye başladı. Birlikte anında çözümler geliştirerek personelin yanında
olduk. Hastanenin her an her köşesinde faal çalışıyorduk. Döner sermaye modülü
dışında her konuda sistem veri üretmeye başlamıştı.
Dijitalleşmenin ortaya çıkardığı sayısal
veriler artık konuşmaya başlamıştı. Örneğin bazı bölgelerde artan hastalık
üzerinde bilgi sahibi olmaya başlamıştık. Hastane alanına giren bir köyde guatr
hastalığının yüksek seyrettiği bilgisine sahiptik. Dünya Sağlık Sisteminin o
zamanlarda belirli coğrafyada yaşayan insan topluluğunun görülen %10 takip altına
alma veya %20 alarm seviyesini sistemden görebiliyorduk. Sistemi farmakoloji
(İlaç bilim sistemi) entegre ederek, etki ölçümünü, ilaçların son kullanma
tarihi yaklaşanlara ihtiyaç duyulan diğer bölgelere kaydırılmasını sağlıyorduk.
Sıradan bir doktorun muayenede teşhis koyma süresinin yedi dakika olduğu ortaya
çıkıyordu. Döner sermaye modülü işliyordu. (Ancak bu kısma girmemem istenmişti.
Hatta donanımsal olarak ayrılmıştı.) Yaşlı, gazi gibi öncelikli hastaları
sistem otomatik ayarlıyor, adam kayırmalar ortadan kalkıyordu.
Tüm bu bilgilerin TAFICS (Turkish Armed Forces Communications System)
üzerinden farklı bir coğrafyada felaket anında bilgilerin kaybolmayacağı başka
bir yere yedeklenmesi ve Türkiye’nin neresine gidilirse gidilsin bu verilerin
kullanılması önünde engel kalmamıştı. Örneğin, bir vatandaşımız Türkiye’nin her
hangi bir yerinde kaza geçirerek şuurunu kaybettiğinde kan grubu ve diğer
kronik hastalıkları (Alerji, kalp, daha önce geçirdiği hastalıklar vs.) hızla erişilerek
yerinde, doğru ve hızlı müdahale edilebilecekti. Diğer yandan çalışmaların
felsefe ve ahlaki boyutunu yurt dışı akrabalarla tartışıyorduk. Almanya
Siemens’te çalışan bir arkadaşımdan şiddetli itirazlar geliyordu. Bu görüşmelerde,
çalışmalarımızla onların önünde olduğumuzu da anlıyordum.
Bu süreçte en büyük sorunu merkez olan
Ankara’dakilerle yaşamıştık. Hatta bir ara başhekimin emriyle firmayı
nizamiyeden içeri almadık. Firma, Ankara’daki abilerine güveniyor, bizim
isteklerimizi göz ardı ediyordu. Kanımca bu tür planlamalarda en baştan sona
kadar, yani planlamadan başlayarak tüm ihale sürecinde merkezden ve yerelden yeterli
sayıda gerekli branşlardan katılımla yürütülmesi daha sağlıklı olacaktır. Parayı
veren merkezin güdümünde hareket eden firma yerelde çalışanı göz ardı
edebiliyordu. Başhekimin dik duruşu, merkezdeki arkadaşların geri adım
atmasıyla olay tatlıya bağlandı. Bu tecrübe daha sonra Genelkurmay Başkanlığı
Muhabere ve Bilgi Sistemleri Kripto Şube’de görev yaparken çok işime yarayacaktı.
Hatta Kripto Yönetimi Yönergesi’ne ilaveler koyulmasını sağlayacaktım.
Bölgede 1999 depremi ardından başlayan
tedirginlik devam ediyordu. Biz de kendimize göre çoklu parçacıklı su analiz
cihazı (Multi-particulate) almış, hastaneyi besleyen kaplıca suyunun analizini
yapıyorduk. Yer altı sularında radon gazının artışı depremsellik belirtisi
olabileceği bilgisi yaygındı. Kuyuya saldığımız cihazdan ağ kablosu çektik.
Kabloyu tam da yönetim odasının önündeki ağaçların dallarından geçirdiğimizi
gören başhekim bize takıldı. Ama hiçbir zaman engel olmadı. Babacan ve
destekleyen tavrını hep minnetle anarım. Cihazdan gelen bilgiye yazılımla eşik
gerilimlerini tanımlamış, eşik gerilimleri aştığı anda tanımlanmış cep
telefonlarına kısa mesaj göndermesini sağlıyorduk. O zaman uyguladığımız bu
bilgiler daha sonra Yalova Belediyesi’nde ZAMBAK (Zamandan ve Mekandan Bağımsız
Kamu Yönetimi) çalışmalarında çok işime yarayacaktı.
Başhekim Albay S. bununla da kalmamış,
hastanemizin Türkiye Balneoterapia Sempozyumuna (Aklımda kaldığı kadarıyla “Yer
Altı Su Kaynaklarının (Özellikle sıcak su) İnsan Sağlığına Etkileri ) ev
sahipliği yapmasını sağlamıştı. Uludağ Askeri Otelde, ülkemizin sayılı bilim
adamlarını davet etmişti. Pek çok akademisyen davete icap ederek akademik
çalışmalarınıı sunmuşlardı. Sempozyumda çok kaliteli ve genç bir ekiple canla
başla çalışmış, elektrik kesintisinin ve sistemin çok kötü olduğu bir tesiste
üstesinden gelmiştik. Bu arada bir kesintisiz güç kaynağını yaktığımızı
hatırlıyorum. Hastan doktorlarımız gururla kendi yaptıkları çalışma sonuçlarını
sunmuşlardı. Aklımda kalan önemli bir konu içme suları ile ilgili olandı.
Meşhur Tokat-Niksar suyu içinde arsenik olduğu bilgisinin yalan olduğu ve bazı
büyük yabancı firmalarca (Kim olduklarını herkes tahmin edebilir) kasıtlı
olarak ortaya atıldığıydı. Yabancı firmalar içecek dağıtım ve pazarlama ağını
kurmuş, bazı su kaynak hakkı alımlarını çok öncesinden tamamlamışlardı. Alımlara
süratle devam etmekteydiler. Türkiye, deprem bölgesi olmasıyla dezavantajlı
gibi görünürken, sularımızın mineral yönünden zenginliği olarak bize avantaj sağlıyordu.
Ankara musluk suyunun eski kalitesini hatırlayanlar çıkacaktır. Bu zenginlik tüm
bölgelerde iyi tesis ve malzemelerle halkımıza ulaştırılabilirse, ülkemizin
uzun bir süre içme suyu olarak belediyelerce ucuza sağlanacaktı. Sularımızın
şişelenerek yurt dışı ve özellikle Ortadoğu ülkelerine pazarlaması sağlanacaktı.
Tüm bu bildiriler bir kitap haline getirilerek sonuç bildirgesiyle birlikte ilgili
yan ve üst makamlarla paylaşıldı. Sanırım bu sempozyum bana akademiyle tanışma
ve sevme fırsatı vermişti.
Babamın rahatsızlığı iyice artmıştı. Sugören
Köyü’nde yıllarca idarecilik görevi yapmış babam, artık kendi kendini
bitiriyordu. Bursa’ya çekmek istediysem de başarılı olamadım. Sempozyum
esnasında en tepede anten kulesinde elinde sıcak şarapla akademisyenlerle
sohbet ederken babamı hatırlıyorum. Elinde sıcak şarap kadehi, akademisyenlere
toprakla ilgilenmenin ne kadar sağlıklı olduğunu ve ağaçlarını anlatıyordu. Etrafındakiler
onun bağlarını ve zeytin ağaçlarını dinliyordu. Bazen yeterince iyi evlat olup
olmadığımı da sorguluyor insan. Yalova’nın Sugören Köyüne giden yol mezarlığın
yanında geçer. Size ölümü ve geçmişinizi hatırlatır. Mezarlıktan geçerken
dualarıma babamı da koyar, “Cennette gül bahçesinde rahat etmelerini, onların
bilgeliğinden bize de nasip olması” kelimelerini çocuklarımın yanında söylerim.
Bu satırları yazarken olduğu gibi, bazen insanın kaybettiklerine gözleri dolar.
Bir gün başhekim tarafından makama
çağrıldım. Aslında makamdan ziyade fikir ve toplantı odasıydı. Veya ben öyle
hissediyordum. Başhekimimiz heyecanla Ankara’dan davet geldiğini ve tüm
çalışmaları sunuma hazırlamamı istedi. Bursa Askeri Hastanemizde kısa zamanda
yapılan bu değerli çalışmalarımızı çantaya koyduk. Zamanın meşhur Nilüfer
Turizm en önde koltuk alarak geceden yola çıktık. Başhekimimiz mütevazı bir
adamdı. Klasik marka özel arabasıyla 1. Ordu İstanbul’a götürür, gerektiğinde hiç
yüksünmeden toplu ulaşımla seyahat ederdi. Sabaha karşı merkez orduevinde
üzerimizi değiştirip tıraş olduk. Hemen karşı çaprazda, ilk görev yerim Kara
Kuvvetleri Karargâhına giriş yaptık. Toplantıda daha çok sağlık bilgi sistemi
yöneticileri vardı. Rütbemin düşük kalmasına alışkındım. Ancak kabul görülme
oranınız maalesef rütbenizle aynı oranda azaltmaktaydı. Sıra bize geldiğinde, kürsüye
çıktım ve sunumun üzerinden defalarca geçtiğimizden kendimden emin şekilde
ilerlemeye başladım. Sağlık verilerinin işlenmesi ve gerekirse Sağlık Bakanlığı
ile paylaşılarak yerinde önleyici tedbirlerin alınması safhasına gelindiğinde
itiraz geldi. Konu bilgi güvenliği ihlali olarak değerlendirilerek eleştirildik.
Başhekimin araya girmesiyle olay yıldızlar savaşına döndü. Ve bizim
görüşlerimiz toplantıda en çok GATA temsilcisi tarafından engellendi. Sistemin
pilot bölge olarak uygulanması ve geliştirilerek yaygınlaştırılması engellendi.
Bu gelişmeye engel, kıskanç veya tarifi nasıl yapılır bilemediğim zihniyet her
yerdeydi.
Bursa tayinim meslek hayatıma çok şeyler
katmıştı. Kendi gözümüzle Türkiye’nin önünden geçen dijitalleşme trenini
gördük, omuz verdik. Başarılı olduğumuz yerler oldu. Ancak çok daha yüksek
başarı gösterilebilirdi. Böyle güzel ekip çalışmalarını halen özlüyorum. Bu
çalışmalar bana gizlilik dereceli bilgiye erişim izni olan kripto belgesi
almamın önünü açmıştı. Böylece bilgi güvenliği gibi günümüzün önemli bir meslek
disiplinine adım atmış oldum. Daha sonra meslek hayatım buna göre
şekillenecekti. İstanbul 1. Ordu’da bir görev esnasında arkadaşlar yurt dışı
görevimin çıktığı bilgisini verdiler. Bu sefer Azerbaycan’a gidiyordum. İyi
tarafı, yurt dışı görevi herkesin beklediği geniş imkân ve tecrübe demekti,
kötü tarafı böylesine heyecanlı devam eden bir süreçte Bursa ekibimi yalnız
bırakıyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder