3 Ağustos 2020 Pazartesi

YENİ MİLENYUMA GİRİŞ VE BURSA ASKERİ HASTANESİ: (2000-2002)

1.       YENİ MİLENYUMA GİRİŞ VE BURSA ASKERİ HASTANESİ: (2000-2002)

 

Milenyum denilen 2000’li yıllara girmeye hazırlanıyorduk. Bir taraftan bütün bilgisayarların etkileneceği ve çökeceği söyleniyor, diğer taraftan teknolojinin gelişeceği söylenerek umut aşılanıyordu. Bilgisayarların EPROM (Elektronik Programlanabilir Hafıza) üzerinde iç yazılımlarını acil olarak değiştirmiştik. Yılbaşı akşamı endişeyle etrafı gözlediğimi hatırlıyorum. Çünkü saat tam 00:00 işaret edilmişti. Ancak korkulan olmadı. 2000’li yıllar daha çok teknoloji ile hatırlanacaktı. Cep telefonları çıkacak, artık saat verilerek Ankara KIZILAY binası veya eski YKM (Yeni Karamürsel) önünde buluşmalar bitecekti. Artık randevulaşma yeri Sakarya veya daha havalı olan Yüksel Caddesiydi.

        Babam iyice rahatsızlanmıştı. Askerlik mesleğini seçen her insan gibi hep ailesinden uzaklarda olmuş, iyi evlat olamadığımı düşünüyordum. Babama yakın bir yerlere tayin olmak istediğimi personelde üst düzey arkadaşlara bildirdim. Tayinim Bursa Askeri Hastanesi’ne çıktı. Bu arada babamın bana küçüklüğümde göbek adı olarak koyduğu, Deniz adını küçük bir mahkemeyle adıma eklettim. Doğduğumda büyük dedemin vefatıyla ve babaannemin ısrarıyla Yusuf adını koymuşlardı. Ama ben kendimi geçmiş ve gelecek arasında köprü olarak görüyor, Deniz adının çok yakışacağına inanıyordum. Çünkü geleceğe umutla bakıyor, bir şeyleri değiştirebileceğimize inanıyordum. İnsan yirmili yaşlarda dünyayı değiştirebileceğine gerçekten inanıyor.

        Türk Silahlı Kuvvetleri, karargâh ve okul yerleşkelerinden sonra hastaneleri dijitalleştirmek istiyordu. Son derece yerinde bir karardı. Çünkü hastaneler içinde insan olan ve ciddi paralar harcanan yerlerdi. Bursa Askeri Hastanesi başında Balkan kökenli Başhekim Albay S. vardı. Benden önce çok hırslı bir binbaşım işi yönetmişti. Bizi bir araya getirerek acilin yakınında kütüphanede çalışma ve planlamalara başladık. Fiber kablo ve bilgisayar planlamaları yapıldı. S. Albayım bizim isteğimizle tüm personeli topladı ve hiç unutmadığım şuna benzer bir konuşma yaptı: ”Atalarımız Kurtuluş Savaşı’nda düşmana karşı cephede canı ve kanı pahasına çalıştı. Bizlere bu vatanı armağan ettiler. Şimdi ise cehaletle savaşma zamanıdır. Yanımda gördükleriniz (Bizler oluyorduk) bu konuda benim yardımcılarımdır. Onlara yardımcı olalım. El birliğiyle başaracağız. Herkes çok etkilenmiş görünüyordu. Biz de bu kadar ateşli konuşma beklemiyorduk, ama çalışırken çok işime yaradı. Umarım yönetimde bu ruhta insanlar halen görev yapmaktadırlar. Çünkü üst idare gerekli iradeyi göstermezse çabalar bir işe yaramayacaktır. Üst irade doğru hedefler koymadıkça strateji, taktik veya teknik seviyeniz ve çabanız bir işe yaramayacaktır.

        Bize öğretilen bir yönetim piramidini aklımda kaldığı kadarıyla hemen aktarayım. Üçgenin en altında teknik seviye bulunur. Burası işin saha kısmı yani icra edildiği yerdir. Üzerinde taktik seviye bulunur. Burada takım halinde ve kısa ve orta vadeli kararların alındığı yerdir. Bir üzerinde stratejik seviye bulunur. Burası orta ve üzeri kararların alındığı, daha büyük kaynakların karar verildiği yerdir. Bir sonraki politika seviyesidir. Burası artık sizin gitmek istediğiniz yönün belirlendiği yerdir. En üstte siyasi ve ideoloji bulunmaktadır. Bu ideoloji kavramını sonradan ekledim. Çünkü biz asker olarak orada kümelenmeyi atladığımızı veya hafife aldığımızı düşünüyorum. Diğerleri bazı giyim-kuşam, selamlaşma, şekil üzerinden bütün olarak bir-birlerini gözetmekte ve ideolojinin bireyler arasında çimento görevi gördüğünü düşünüyorum. Bu konuyu ileride daha da açarız.

 

        Başhekimin ateşli konuşmasından sonra şirketi hastaneye soktuk ve hastane inşaat alanına döndü. Ancak bunu yaparken planlama ve personelin işin içine sokulması çok önemliydi. Koskoca hastanede bir anda şalteri indirip, hastaları kapı önüne koyamazdık. Gündüz normal mesai yapılarak hasta kabul edilecek, diğer yandan yapısal kablolama, bilgisayar eğitimleri verilecekti. Elimizde az miktarda bulunan askeri personel ve firma elemanlarından oluşan ekipler kurduk. Personelin canla başla işin içinde olduğu bir dijital dönüşüm yaşıyorduk. Hastaneye yakın Bursa Hürriyet Mahallesi Soğukkuyu’da cami yanında müstakil bir ev tutmuştum. Evim eski olmasına rağmen çok keyifli bir evdi. Bahçede nar ağaçlarım, arkada yeşillikler içinde kamelyam vardı. Ev arkadaşım Özgür KOÇAK bize akşamları keman çalardı. Ancak bu çalışma temposunda çok keman dinlediğimi söyleyemem. Başhekim, ben söylemeden hastanenin en az kullanılan süit odasını ayırtmıştı. Geceleri yorgun düştüğümde süit odada veya bir hasta odasında kalıyordum. Zaten gençliğin verdiği heyecanla pek az uyuyordum. Uyandığımda elimde planlama haritaları ile bölümleri oda oda geziyor ve birlikte planların üzerinden geçiyorduk. Özel eşyaların kaldırılmasını, hassas olan tıbbi ve elektronik cihazların güvenceye alınmasını, kısaca ortamı yapısal kablolamaya ayırıyorduk. Bu arada yüksek güçte çalışan iş makinalarının elektrik sistemine geri yükleme yaparak bazı cihaz ve özellikle eski tüplü monitörleri bozduğunu hatırlıyorum. Kırma işlemleri devam ederken kanaletler atılıyor, hemen diğer ekip kablolama yapıyordu. Bir yandan kabinler ve kablo uçları takılıyordu. Bütün bunlar gecenin karanlığında ışıl ışıl aydınlanan hastane koridorlarında hummalı ortamda devam ediyordu. Gece yarısı mutfaktan sıcak çorba ve bazen sürpriz yemekler yaptırıyordum. Çay ve su servisi yirmi dört saat devam ediyordu. Sabah gün ağarırken hemen odaların temizliği yapılıyor, hastane eşyaları yerli yerine koyarak gelen mesai personeli ve hastalara hazır hale getiriyorduk. Başhekim bizim yaptıklarımıza göz yumuyor ve bizi destekleyerek cesaret veriyordu. Mesai esnasında genellikle hastaların azaldığı öğleden sonraları bilgisayar eğitimleri veriyorduk. Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası dağıtılmaya başlamıştı. Hastane personelinden uygun olanlara, gasil hane (Hayatı sona eren hastalara dini vecibelerini yerine getiren kişi) sorumlusu imam arkadaşımız dâhil, hasta kayıt görevi verdik. Buraya dikkat! Başhekim gerekli iradeyi ortaya koymamış olsaydı, gasil hane sorumlusuna bilgisayar kayıt işi veremezdik. Hastaneye gelen herkesin fotoğrafını çekiyor, TC kimlik numarasını barkod çıktısını alarak sağlık cüzdanına yapıştırıyorduk. Hastaların bir sonraki müracaatlarında, kayıt işlemi barkod okutarak, sıramatikten gideceği bölüme numara verilmesiyle, saniyeler içinde bekletilmeden hasta kaydı yapılmış oluyordu. Sıra bekleme işlemini çeşitli havaalanında olduğu gibi ekranlara şeffaf olarak yansıtıyorduk. Böylece yığılmanın önüne geçmiş oluyorduk. Artık randevu sistemine hazırdık. Böylece Hastane Uygulama Programı (HUY) için alt yapı oluşmaya başlamış, veriler bilgi haline gelmiş, bilgeliğe doğru tam hız koşuyorduk. Tabii başımıza geleceklerden habersizdik.

        Hastanenin her köşesine fiber kablolama yaptıktan sonra bilgisayar donanımları, terminaller, sunucular geldi. Yazılım ekibiyle sunucuyu ve yazılımları ayağa kaldırdık. Tüm personele bilmesi gereken prensibinde eğitimler verildi. Hastanede firmadan personel bizimle birlikte mesaiye başladı. Birlikte anında çözümler geliştirerek personelin yanında olduk. Hastanenin her an her köşesinde faal çalışıyorduk. Döner sermaye modülü dışında her konuda sistem veri üretmeye başlamıştı.

        Dijitalleşmenin ortaya çıkardığı sayısal veriler artık konuşmaya başlamıştı. Örneğin bazı bölgelerde artan hastalık üzerinde bilgi sahibi olmaya başlamıştık. Hastane alanına giren bir köyde guatr hastalığının yüksek seyrettiği bilgisine sahiptik. Dünya Sağlık Sisteminin o zamanlarda belirli coğrafyada yaşayan insan topluluğunun görülen %10 takip altına alma veya %20 alarm seviyesini sistemden görebiliyorduk. Sistemi farmakoloji (İlaç bilim sistemi) entegre ederek, etki ölçümünü, ilaçların son kullanma tarihi yaklaşanlara ihtiyaç duyulan diğer bölgelere kaydırılmasını sağlıyorduk. Sıradan bir doktorun muayenede teşhis koyma süresinin yedi dakika olduğu ortaya çıkıyordu. Döner sermaye modülü işliyordu. (Ancak bu kısma girmemem istenmişti. Hatta donanımsal olarak ayrılmıştı.) Yaşlı, gazi gibi öncelikli hastaları sistem otomatik ayarlıyor, adam kayırmalar ortadan kalkıyordu.

Tüm bu bilgilerin TAFICS (Turkish Armed Forces Communications System) üzerinden farklı bir coğrafyada felaket anında bilgilerin kaybolmayacağı başka bir yere yedeklenmesi ve Türkiye’nin neresine gidilirse gidilsin bu verilerin kullanılması önünde engel kalmamıştı. Örneğin, bir vatandaşımız Türkiye’nin her hangi bir yerinde kaza geçirerek şuurunu kaybettiğinde kan grubu ve diğer kronik hastalıkları (Alerji, kalp, daha önce geçirdiği hastalıklar vs.) hızla erişilerek yerinde, doğru ve hızlı müdahale edilebilecekti. Diğer yandan çalışmaların felsefe ve ahlaki boyutunu yurt dışı akrabalarla tartışıyorduk. Almanya Siemens’te çalışan bir arkadaşımdan şiddetli itirazlar geliyordu. Bu görüşmelerde, çalışmalarımızla onların önünde olduğumuzu da anlıyordum.

        Bu süreçte en büyük sorunu merkez olan Ankara’dakilerle yaşamıştık. Hatta bir ara başhekimin emriyle firmayı nizamiyeden içeri almadık. Firma, Ankara’daki abilerine güveniyor, bizim isteklerimizi göz ardı ediyordu. Kanımca bu tür planlamalarda en baştan sona kadar, yani planlamadan başlayarak tüm ihale sürecinde merkezden ve yerelden yeterli sayıda gerekli branşlardan katılımla yürütülmesi daha sağlıklı olacaktır. Parayı veren merkezin güdümünde hareket eden firma yerelde çalışanı göz ardı edebiliyordu. Başhekimin dik duruşu, merkezdeki arkadaşların geri adım atmasıyla olay tatlıya bağlandı. Bu tecrübe daha sonra Genelkurmay Başkanlığı Muhabere ve Bilgi Sistemleri Kripto Şube’de görev yaparken çok işime yarayacaktı. Hatta Kripto Yönetimi Yönergesi’ne ilaveler koyulmasını sağlayacaktım.

        Bölgede 1999 depremi ardından başlayan tedirginlik devam ediyordu. Biz de kendimize göre çoklu parçacıklı su analiz cihazı (Multi-particulate) almış, hastaneyi besleyen kaplıca suyunun analizini yapıyorduk. Yer altı sularında radon gazının artışı depremsellik belirtisi olabileceği bilgisi yaygındı. Kuyuya saldığımız cihazdan ağ kablosu çektik. Kabloyu tam da yönetim odasının önündeki ağaçların dallarından geçirdiğimizi gören başhekim bize takıldı. Ama hiçbir zaman engel olmadı. Babacan ve destekleyen tavrını hep minnetle anarım. Cihazdan gelen bilgiye yazılımla eşik gerilimlerini tanımlamış, eşik gerilimleri aştığı anda tanımlanmış cep telefonlarına kısa mesaj göndermesini sağlıyorduk. O zaman uyguladığımız bu bilgiler daha sonra Yalova Belediyesi’nde ZAMBAK (Zamandan ve Mekandan Bağımsız Kamu Yönetimi) çalışmalarında çok işime yarayacaktı.

        Başhekim Albay S. bununla da kalmamış, hastanemizin Türkiye Balneoterapia Sempozyumuna (Aklımda kaldığı kadarıyla “Yer Altı Su Kaynaklarının (Özellikle sıcak su) İnsan Sağlığına Etkileri ) ev sahipliği yapmasını sağlamıştı. Uludağ Askeri Otelde, ülkemizin sayılı bilim adamlarını davet etmişti. Pek çok akademisyen davete icap ederek akademik çalışmalarınıı sunmuşlardı. Sempozyumda çok kaliteli ve genç bir ekiple canla başla çalışmış, elektrik kesintisinin ve sistemin çok kötü olduğu bir tesiste üstesinden gelmiştik. Bu arada bir kesintisiz güç kaynağını yaktığımızı hatırlıyorum. Hastan doktorlarımız gururla kendi yaptıkları çalışma sonuçlarını sunmuşlardı. Aklımda kalan önemli bir konu içme suları ile ilgili olandı. Meşhur Tokat-Niksar suyu içinde arsenik olduğu bilgisinin yalan olduğu ve bazı büyük yabancı firmalarca (Kim olduklarını herkes tahmin edebilir) kasıtlı olarak ortaya atıldığıydı. Yabancı firmalar içecek dağıtım ve pazarlama ağını kurmuş, bazı su kaynak hakkı alımlarını çok öncesinden tamamlamışlardı. Alımlara süratle devam etmekteydiler. Türkiye, deprem bölgesi olmasıyla dezavantajlı gibi görünürken, sularımızın mineral yönünden zenginliği olarak bize avantaj sağlıyordu. Ankara musluk suyunun eski kalitesini hatırlayanlar çıkacaktır. Bu zenginlik tüm bölgelerde iyi tesis ve malzemelerle halkımıza ulaştırılabilirse, ülkemizin uzun bir süre içme suyu olarak belediyelerce ucuza sağlanacaktı. Sularımızın şişelenerek yurt dışı ve özellikle Ortadoğu ülkelerine pazarlaması sağlanacaktı. Tüm bu bildiriler bir kitap haline getirilerek sonuç bildirgesiyle birlikte ilgili yan ve üst makamlarla paylaşıldı. Sanırım bu sempozyum bana akademiyle tanışma ve sevme fırsatı vermişti.

        Babamın rahatsızlığı iyice artmıştı. Sugören Köyü’nde yıllarca idarecilik görevi yapmış babam, artık kendi kendini bitiriyordu. Bursa’ya çekmek istediysem de başarılı olamadım. Sempozyum esnasında en tepede anten kulesinde elinde sıcak şarapla akademisyenlerle sohbet ederken babamı hatırlıyorum. Elinde sıcak şarap kadehi, akademisyenlere toprakla ilgilenmenin ne kadar sağlıklı olduğunu ve ağaçlarını anlatıyordu. Etrafındakiler onun bağlarını ve zeytin ağaçlarını dinliyordu. Bazen yeterince iyi evlat olup olmadığımı da sorguluyor insan. Yalova’nın Sugören Köyüne giden yol mezarlığın yanında geçer. Size ölümü ve geçmişinizi hatırlatır. Mezarlıktan geçerken dualarıma babamı da koyar, “Cennette gül bahçesinde rahat etmelerini, onların bilgeliğinden bize de nasip olması” kelimelerini çocuklarımın yanında söylerim. Bu satırları yazarken olduğu gibi, bazen insanın kaybettiklerine gözleri dolar.

        Bir gün başhekim tarafından makama çağrıldım. Aslında makamdan ziyade fikir ve toplantı odasıydı. Veya ben öyle hissediyordum. Başhekimimiz heyecanla Ankara’dan davet geldiğini ve tüm çalışmaları sunuma hazırlamamı istedi. Bursa Askeri Hastanemizde kısa zamanda yapılan bu değerli çalışmalarımızı çantaya koyduk. Zamanın meşhur Nilüfer Turizm en önde koltuk alarak geceden yola çıktık. Başhekimimiz mütevazı bir adamdı. Klasik marka özel arabasıyla 1. Ordu İstanbul’a götürür, gerektiğinde hiç yüksünmeden toplu ulaşımla seyahat ederdi. Sabaha karşı merkez orduevinde üzerimizi değiştirip tıraş olduk. Hemen karşı çaprazda, ilk görev yerim Kara Kuvvetleri Karargâhına giriş yaptık. Toplantıda daha çok sağlık bilgi sistemi yöneticileri vardı. Rütbemin düşük kalmasına alışkındım. Ancak kabul görülme oranınız maalesef rütbenizle aynı oranda azaltmaktaydı. Sıra bize geldiğinde, kürsüye çıktım ve sunumun üzerinden defalarca geçtiğimizden kendimden emin şekilde ilerlemeye başladım. Sağlık verilerinin işlenmesi ve gerekirse Sağlık Bakanlığı ile paylaşılarak yerinde önleyici tedbirlerin alınması safhasına gelindiğinde itiraz geldi. Konu bilgi güvenliği ihlali olarak değerlendirilerek eleştirildik. Başhekimin araya girmesiyle olay yıldızlar savaşına döndü. Ve bizim görüşlerimiz toplantıda en çok GATA temsilcisi tarafından engellendi. Sistemin pilot bölge olarak uygulanması ve geliştirilerek yaygınlaştırılması engellendi. Bu gelişmeye engel, kıskanç veya tarifi nasıl yapılır bilemediğim zihniyet her yerdeydi.

 

        Bursa tayinim meslek hayatıma çok şeyler katmıştı. Kendi gözümüzle Türkiye’nin önünden geçen dijitalleşme trenini gördük, omuz verdik. Başarılı olduğumuz yerler oldu. Ancak çok daha yüksek başarı gösterilebilirdi. Böyle güzel ekip çalışmalarını halen özlüyorum. Bu çalışmalar bana gizlilik dereceli bilgiye erişim izni olan kripto belgesi almamın önünü açmıştı. Böylece bilgi güvenliği gibi günümüzün önemli bir meslek disiplinine adım atmış oldum. Daha sonra meslek hayatım buna göre şekillenecekti. İstanbul 1. Ordu’da bir görev esnasında arkadaşlar yurt dışı görevimin çıktığı bilgisini verdiler. Bu sefer Azerbaycan’a gidiyordum. İyi tarafı, yurt dışı görevi herkesin beklediği geniş imkân ve tecrübe demekti, kötü tarafı böylesine heyecanlı devam eden bir süreçte Bursa ekibimi yalnız bırakıyordum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder