Yaşadığım güzel coğrafya Yalova’nın “İklim Eylem Planı”
kapsamında, TÜBİTAK’ın öncü olduğu “Kamu-Sanayi
Sektörü” buluşmasında, bölgemizin önemli sanayi kuruluşlarına 7 Nisan 2022
tarihinde bir sunum yaptım. Sanayi sektöründen AKSA, Eczacıbaşı, Yalova Kimya
OSB, Yalova Makine OSB vb. alanında ülkemizin ve hatta dünyanın en iyilerinin
olduğu seçkin bir kitleye hitap etme fırsatım oldu. Görüşme, sanayi devlerinin pazarlama
stratejilerine devam ederken, su ve enerji gibi temel kaynaklarını
tartıştıkları, fikir alışverişinde bulundukları bir platforma dönüştü. Bu
yüzden doktora ve lisansüstü çalışmalarımı “Dijital ve yeşil dönüşümle dengeli
/ uyumlu gelecek” alanını seçtim.
Bilim adamları, Marmara ve dünyada aynı anda 1988-1990
yıllarında, sanayi toplumunun doğaya karşı yıkıcı etki eşiğinin aşıldığı konusunda
hemfikirler. Sanayi toplumu ve bildiğimiz ekonomik sistemin 2008 yılında son
nefesini verdiği açıkça ifade edilmektedir. Yıllarca petro-dolar sistemi olarak
bilinen sisteme en büyük karşı hareketler Çin ve Rusya’dan geldi. Para
karşılığı altın değerine geçiş konusunda somut adımlar atmaya başladılar. Yaşanan kovid-19 süreciyle çatlaklar daha da derinleşti. Rusya-Ukrayna savaşıyla sıkıntılar artık
iyice gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu satırları yazarken Çin tarafında askeri
hareketlilik sürüyor ve maalesef Ukrayna’da insanlar ölüyorlar.
Birleşmiş Milletler tarafından “Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri”
kapsamında dünyaya bazı somut bilgi ve hedefler paylaşıldı. Gidişatın farkında
olan Avrupa Birliği “Fit For 55” “Sınırda
Karbon Uygulama Mekanizması”, Çin “Cap&Tax”, ABD Built Back Better (BBB $2,2trilyon) mekanizmalarıyla kendi üreticilerini ve tüketicilerini korumak üzere bazı regülasonları tartışmaya ve hayata
geçirmeye başladılar. Rusya doğal
kaynaklarından elde ettiği satışı kendi para birimi olan Ruble ile ödeme kabul
edeceğini, Ruble’yi altın standardına bağladığını açıkladı. Çin, bu adımı
yıllar öncesinden zaten atmıştı.
Bizlerin şikâyet etme, mazeret üretmeden çok iş üretme, emek harcama ve ter dökme zamanında
olduğumuzu görerek, sorumluluk bilinciyle hareket etmeliyiz. Toplumun gelişim
evrelerinde Toplum 1,0 ve Toplum 2.0’da tartışmasız en iyilerinden biriydik ve
bu süreçlerin doğduğu topraklarda yaşıyoruz. Genelkurmay ve TÜBİTAK
günlerimizde bu sürece çok üstün katkılar verdiğimizi “Dijital Dönüşüm”
kitabımda yazmaya çalışmıştım. “Demir ağlarla ördük anayurdu” mısralarını “Bilgi
otobanıyla ördük anayurdu dört baştan” diyerek konuyu özetlemiştim. Yalova
Belediyesi olarak ZAMBAK ve sonrasında 2020 yıllarında Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın “Akıllı Kentler” çalışma grubuna destek verdik. Raporda
belirtilen alt başlıklardan AFAD (Deprem), Su yönetimi, İklim Değişikliğini öncelik olarak belirledik. AFAD projemiz destek fonu buldu, yakında hayata
geçirilecek. Hazırlanmak olan iklim eylem planının sahada uygulaması için AB
projemizi sunduk. Yeni süreçlere ve işbirliğine kentimizi hazırlıyoruz.
Fırsat buldukça ata topraklarıma giderek üretime katkıda
bulunmak için çiftçilik yapıyorum. Türkuvaz mavisi rengiyle İznik Gölü’ne bakarak
semavi dinlerin zaman içinde yeşerdiği bu topraklarda, Bedrettin’in (1359-1420)
bu topraklarda yaktığı ateşi düşünüyorum. Bedrettin’in doğayla barışık, adilce
bölüşümü anlatıp uygulamaya koyduğu yaşam ve üretim bakışını arkadaşlarla tartışıyoruz. Sonra
batının öncülüğünü yaptığı, semavi dinlerin üstüne çıkarak doğaya ve toplumu
anlamlandırma çabaları geliyor aklımıza. Schumpeter “yaratıcı yıkım” ve Gramsci “siyasi
hegemonya” teorilerini düşünüyorum. Schumpeter fırtınası olarak bilinen “yaratıcı
yıkım” teorisi, teknolojik gelişmelerin ekonomik
yapıyı aralıksız olarak içten devrimden geçiren, sürekli olarak eskiyi imha
ederken yeniyi oluşturan endüstriyel mutasyon sürecini tarif etmektedir.
Gramsci’yi ise bence “kültürel hegemonya” olarak okumalıyız.
Değişerek dönüşümün farkında olan devletler kendi üreticilerini
ve vatandaşlarını korumak üzere regülasyon ve akredidasyon standartlarını
hazırlamaya başladılar. Bir yandan bu gelişmeleri takip ederken diğer yandan
zaten genlerimizde olan sağlam yapıları kullanarak kendi pazar ve
standartlarımızı vakit kaybetmeden belirmeye başlamamız gerekir. Türk Standartları Enstitüsü, kalibrasyon laboratuvarlarımız vakit kaybetmeden standartları çalışarak yapısal değişiklileri uygulamaya koymalılar. Hiç değilse elle tutulur bilimsel çalışmalarla uygulamaya dönük adımlar atılmalıdır. Elbette bu
süreçte emek harcayacak ve ter dökeceğiz. Bu topraklarda yaşayan Luvi’lerin,
Hatuşların ve Sümerlerin yaptığı gibi, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün başardığı gibi
bizler de başaracağız
Kendi adıma uyuyanlardan ve kolaycılığı seçenlerden olmak
yerine, mücadele etmeyi tercih ederim. Bu yolda yürürken yalnız olmadığımı
biliyor, emek ve ter dökmeye hazır herkesi bu yolda yürümeye davet ediyorum. Yakında
Lozan Barış Antlaşması’nın 100. yıldönümü için hazırladığım “Türkiye-Yunanistan
Nüfus Mübadelesi” kitabım kısmetse çıkacak. Sanırım geçmişimize, bugüne ve
geleceğimize olan borcumuzu en güzel üreterek katkıda bulunabiliriz.