4 Ocak 2018 Perşembe

BALKAN HARBI VE GUNUMUZE UZANAN GERÇEKLER -I-

      Mübadele üzerine çalışırken 20. yy’ ın başlarına doğru bir zaman yolculuğuna çıkma fırsatı buldum. Bu zaman yolculuğunda Balkan Savaşları özellikle çok dikkat çekiciydi. Bahsi geçen tarihte koşulları okudukça günümüze yansıyan benzerliklerle karşılaştım. Bazı güncel olaylarla benzeşimleri paylaşmak ve tarihten ders çıkarmak gerektiğine inanıyorum. 

        Birinci olay, bir zamanlar Osmanlı tebaasından olan Sırplar, savaştan önce Fransa’ dan silah almak üzere Osmanlı’dan izin alırlar. Diğer yollar güvenilir olmadığından deniz yoluyla gelen silahlar, Selanik üzerinden demiryoluyla Osmanlı topraklarından Temmuz 1912' de Sırplar’a ulaştırılır. Silahlar arasında özellikle top gibi ağır silahlar da bulunmaktadır. Bu silahlar sayesinde Sırplar, kısa bir süre sonra imha gücü yüksek bir orduya sahip olurlar. Balkan Savaşları’nın başlamasıyla Sırp Ordusu bu toplar sayesinde 23-24 Ekim 1912 tarihli Kumanova Savaşı’nda Osmanlı Ordusunu ağır bir bozguna uğratırlar. Bu bozguna arka arkaya aldığımız yenilgiler eklenince 500 küsur senelik Balkanlardaki Türk egemenliği acı bir şekilde neredeyse bir yıl içinde son bulur. Bulgar ordularının İstanbul önlerine Çatalca' ya kadar dayanırlar. Bu olaylarda Evlad-ı Fatihan olarak savaşa giden dedelerimizden dönmeyenler olmuş, geri kalanlarsa Lozan Antlaşmasıyla Mübadele'yi yaşamışlardı.  Bu olay topraklarımızdan Suriye bölgesine aktarılan ağır silahları insanın aklına getiriyor. Bu silahlar eninde sonunda bize karşı da kullanılacaktır.

        İkinci olay, Balkan Savaşları’nda yenilginin en büyük sorumlusu olarak Ordu ve İstanbul Hükümeti sayılabilir. Osmanlı Ordusu Mektepli, Alaylı ve Redif olmak üzere üçe ayrılmıştır. Boğazına kadar politikaya batmış askerler arasında olan güven bağları kopmuştur. Redif askerler seferberlikle eli silah tutanların göreve çağrılmasıyla oluşan birliklerdi. Alaylı olanlarsa Mekteplilerle anlaşamıyordu. Saraya yakın olanlar hızla yükseliyordu. Askeri okullarda, erken yaşlarda akademik eğitimlerin yanı sıra silah ve takım olma eğitimlerine ağırlık verilir. Özellikle yaz döneminde kamplarda, çadırda ve arazide kalmalar, uzun silahlı yürüyüşler, gerçek savaş ortamında ve yine gerçek silahlarla verilen eğitimler sizi takım yapar. Ruh olarak sizi savaşa hazırlar. Askeri okul yıllarımda 15 yaşlarında, İzmir Kampında, badi sistemi oluşturulmuş, gerçek atışlara sıra gelmişti. İnsan boyu siperlerde, kendi elimizle diktiğimiz hedefe, badinizin gerçek silahla atması ve bizim onu siperin içinden yönlendirmemiz gerekiyordu. İlk seferde siperde korku içinde her silah sesinde irkilenler, bir süre sonra ayakta gezerek rahatlıkla hedefleri kontrol etmeye başlamıştı. Savaşta, buna benzer eğitimler alan, taktik ve teknolojik konulara hâkim, savaşma ruhuna sahip takımlar zafere ulaşır. Varlığımızı tehdit eden pek çok tehlikeli kurguların oynandığı bu coğrafyada, ordumuzun gücü, güçlü bir caydırıcılık etkisi yaratır. Gerektiğinde kendi kurgunuzu güçlü bir şekilde sahaya sürmenize olanak sağlar. Günümüzde ordu üzerindeki güncel konuları, bu olaylar ışığında incelememiz gerekir diye düşünüyorum.


          Üçüncü olay, 1925 yılının genç Türkiye'sinde yüksek devletçilik anlayışıdır. Mübadelede gemi ile gelen ecdadımız, limanlarda karantinaya alınmışlardır. İzmir, Pendik gibi limanlarda kurulan karantina odalarına ulaşan mübadiller, buralarda bekletilerek sağlık kontrolünden geçirilmişlerdir. Aynı yerde meslek alanlarına göre sınıflandırılarak yerleştirilecekleri yerler tespit edilmiştir. Böylelikle mübadillere tecrübeli oldukları meslek alanlarına göre ev ve arazi tahsisi yapılmıştır. Hem mübadillere gelecekle ilgili umut aşılanmış, hem de devlete gerekli olan iş gücü süratle üretime dahil edilmiştir. 21. yy Türkiye'sinde göçmenlerle ilgili acaba ne gibi bir hazırlık yapıldı? Doğrusu bu konuda net bilgim bulunmamaktadır. Ancak Yalova sokaklarında gördüklerim beni ürkütmeye yetmektedir.

Devamı Gelecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder