3 Ağustos 2020 Pazartesi

AZERBAYCAN GÜNLERİ: (2001-2002)

1.      

 

Bursa Askeri Hastanesi dijital dönüşümü için çalıştığım, 2001 yılı ağustos ayının sıcak bir günüydü. 1. Ordu'nun karargahı olan Selimiye Kışlasında sunum yapıyorduk. Herkesin iple çektiği yurtdışı görevlerinden gelebilecek en iyi yerlerden birine seçilmiştim. Azerbaycan görevi verilmişti.  Türk Silahlı Kuvvetleri, yurt dışı göreve gidecek olan personelini öncelikle eğitime alır, ilgili ülke hakkında, uzman kişilerce bilgiler verilirdi. Neden ülke olarak orada olduğumuz, devletimizin politikası, orada kullanılan sistemler ve toplumsal kültür hakkında pek çok bilgiyi içeren biz dizi eğitimden geçirildik. En keyiflisi Azerbaycan Tükçesi ağzı ve toplumsal değerler dersi olmuştu. Amfide aldığımız iki günlük Azerbaycan ağzı sayesinde kulaklarımız dolmuş, indiğimiz anda şoför ve aynı zamanda korumam olan Vulgar’la çok güzel diyalog kurmuştuk. Erkek çocuğunun ad gününe gitmiş,  “Soyadınızı yaşatacak delikanlının şerefine”  diyerek arak (Votka benzeri yerel içki) bardağını kaldırmış, tek yudumda içmiş olmam Vulgar için büyük bir onur olmuştu.

Azerbaycan uçağı öncesi uzun yıllar gönül ilişkisi yaşadığım güzel bir kıza veda etmiştim. Bu onu sevgili olarak son görüşümdü. Sabaha kadar Ankara/Arjantin'de eğlenmiş, Küçükesat'ta bir arkadaşımın evinde vedalaşmıştık. Beni bekleyen taksiyle, ıssız Ankara sokaklarından geçip, Kolej üzerinden İstanbul yoluna çıkarak, Etimesgut Askeri havaalanına geçmiştim. Çok sonraları, babamı toprağa verip Hakkâri’ye dönerken Van’da uçaktan indiğimde telefonda şefkatli sesini duymuş ve havaalanında karşılıklı hıçkırarak ağlamıştık. Teselli telefonu için bu güzel yürekli kadına tekrar teşekkür ederim. Sabah güneş doğmadan Etimesgut Askeri Havaalanında uçak havalanmadan evvel gönlüm yine kırık ve yeni maceralara yelken açıyordum.

       Bizi Azerbaycan’a götürecek olan CASA tipi askeri kargo uçağına binerken başımızdan geçen bir olayı aktarmak isterim. Bindiğim ticari taksi Etimesgut havaalanına vardığında saat sabahın 03:30 sularıydı. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra uçak başı yapmıştık. Normal olarak bizden tecrübeli ağabeylerimizle sıraya girmiş, binme sırasının bize gelmesini bekliyorduk. Önde bir grup rütbeli personel, yer kapma telaşında başlarının üzerinden bavulları uzatmaya çalışıyordu.  Ancak uçaklarda yük dağılımı önemliydi. Rütbece daha düşük güneş gözlükle bir pilot, uçağı izledikten sonra kibarca inmelerini rica etti. Bu arada tipik “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” ağız kavgası başladı. Pilot son derece sakin “ Sizin mantığınızla ve uçağımda oluşturduğunuz yük dağılımıyla, ben bu uçağı kaldıramam” dedi. Eliyle az ilerideki fabrika bacalarını işaret ederek “En iyi ihtimalle bacalara çarpar ve düşeriz” diye son derece sakince azarladı. Pilotun kendine özgüveni, duruşu ve sakinliğine hayran kalmıştım.  Az sonra pilotla sohbete başlayacak ve bizim hazır sıramızı ilk önce aldığından çok keyifli bir yolculuğa çıkacaktık. Ancak askeri havaalanı ve uçaklar sivil havacılıkta olduğu gibi lüks ve konforlu değildir. Uçağın içinde karşılıklı çekilen balıkçı ağlarına benzer oturma yerlerine yan yana oturuyorduk. Dışarıdan gelen müthiş uğultu, bir süre kulaklarımızı rahatsız etmiş, kısa süre sonra alışmıştık. Dışarı baktığımızda Kafkas Dağları yerine Karadeniz’in maviliğini görünce kuzeye gittiğimizi oradan Gürcistan koridoru üzerinden Bakü’ye ineceğimizi anladık. Uçağımız Nasosny askeri havaalanına indiğinde ilk dikkatimi çeken burnumu yakan neft (Petrol) kokusu oldu. Sumgayt üzerinden Hazar Gölünü  (Dışarı bağı olmadığı için göl.) izleyerek petrol kuyularına baktım. Kardeş Azerbaycan artık bağımsızlığını kazanıyor ve yurtdışına açılmak istiyordu. İşte biz bunun için buradaydık. Görev dönüşü ayrılmamdan kısa bir süre sonra Bakü Tiflis Ceyhan (BTC) boru hattı açılacak ve bizim orada var oluş sebebimiz en somut şekilde vücut bulacaktı. 

 

Çok heyecanlıydım. Nazım Hikmet bu şehirde aşık olmuş, çok sevdiğim “Güneşin İçenlerin Türküsü” kitabını bu şehirde yayınlamıştı. Bir şiirinde Bakü’yü şöyle tanımlamıştı:  Moskova’dan yola çıktım bu akşam / Vagonumun kapıları aynalı. / Bakü’ye gidiyorum, ay balam,/ Bakü Aslı, ben Kerem. / Bakü gençliğim demek: / Dost eline emanet ettiğim yürek,/ İliç’in bulağından içtiğim su, / Kardeş sofrasında kestiğim ekmek. / Damda yârin yüzünde yıldızların uykusu; / Bakü gençliğim demek. / Bakü’ye gidiyorum, ay balam, / Bakü Aslı, ben Kerem.” (Moskova-Bakü, 11 Ekim 1957). Ben de bu şehirde aşklar yaşayacak, memleket özlemini iliklerime kadar tadacaktım.

Her yıl aynı eğitimden geçerek bizden önce burada görev yapmış silah arkadaşlarımız, çok güzel uygulamalar başlatmışlardı. Aramızda aylık elli dolar para topluyor, ortaya çıkan parayla kaçkınların (Ermenilerin yaptığı Hocalı katliamın acıları sürüyordu.) veya ihtiyacı olan yerlerde toplu bir derslik, hastane bakım odası, muhtarlık binaları veya çeşme yaptırıyorduk. Aylık maaşların yüz elli dolar olduğu ülkede kat kat yüksek maaş aldığımızdan maddi olarak sorunumuz yoktu. Görevle gitme fırsatı bulduğum her ülkede para biriktirmek yerine gezip kültürünü görmeyi her zaman tercih ettim. Bunun bende kazandırdığı zenginliği, şu an parayla satın alamam. Avusturalya, Güney Amerika ve kutuplar hariç tüm bölgeleri gezmek her insana nasip olmayacak bir zenginlik bana göre.

 

Azerbaycan görevim esnasında dünyanın dört bir yanına dağılmış Türklerin hiç kopmadığını anladım. Gence, Şeki, Şamahı, Fuzuli vb. şehirlerde Ermenistan ve  İran sınırlarına gezilerde halkın bizi dostça bağrına bastığı o sıcak anları yaşadım. İnsanların gözü kulağı bizdeydi. Barış Manço’dan parçalar söylüyor, Kemal Sunal filmlerinden şakalar yapılıyordu. Özel kuvvet personeli harika işler çıkarıyordu. Kafkaslardan Bakü’ye sefer yapan ve kısmen başarılı olan Kafkas Ordusu asker mezarlarını tespit ediyor, biz anıt mezar haline getiriyorduk. Türklük ruhunun bölgede ebedi olmasına bir tuğla koyuyorduk. Kaçkınların yaşadığı bölgelerde toplu sünnet törenleri tertip ediyorduk. Azerbaycan’da paranın yönetim biçimini ve sosyolojiyi nasıl etkilediğini öğrendim. Örneğin kaset çıkartan (2000’li yılların başında kaset halen popülerdi.) sanatçıdan 10.000 adet aldığınızda en çok satan oluyordu. Arabamın arkasında belli sayıda ambalajında paketleri gittiğimiz okullarda veya halka bedava dağıtıyorduk. En yüksek dinlenen parçalar böylece ortaya çıkıyordu. Bazı yazar ve şairlerin sağlık ihtiyaçlarını karşılıyor, gerekirse bilgisayar hediye ediyorduk. Türklük bilinci üzerine harika eserler ortaya çıkıyordu. Belirli zamanlarda gece tertipliyor, sözleri Ahmet Cevad’a ait olan “Çırpınırdı Karadeniz” parçasıyla hüzünleniyor, Kafkas danslarıyla coşuyorduk. Gazeteci ve TV program yapımcılarını şoförümle gerekirse evlerinden aldırıyor, yapılacak haberleri paylaşıyorduk. Uzun yıllar Rus etkisinde kalan ve eğitim alan toplumun üst kesiminde tekrar Türklük bilincinin uyandırılması uzun süren bu emeklerin sonucudur.

 

İran, o yıllarda Hazar petrolü üzerinde hak iddia etmeye başlamış ve karasuları meselesini ortaya atmıştı. Denizde hücumbotları ve havadan jet uçuşlarıyla açıkça tehdit ediyordu. Hazar petrolünü tartışmaya açmak istiyordu. Halen saygıyla andığım Genelkurmay başkanı Orgeneral Hüseyin KIVRIKOĞLU, Azerbaycan Harp Okulu diploma töreninde Türk yıldızlarının gösteri yapması emrini vermişti. Rus ve İran gibi ülkelerin üzerimizde baskısını hissettiğimiz o günlerde böyle yürekli kararların alınması gurur vericiydi. Genelkurmay başkanımızın uçağı Türk yıldızları tarafından koruma çemberi içinde hava alanına indiği günü ve gerginliğimizi hatırlıyorum. Öncesinden başlayan çalışmalar, Hava Kuvvetlerinden gelen profesyonel ekip sayesinde bu ziyaret müthiş bir şölene dönüştü. Azatlık (Özgürlük) Meydanında jet motorlarını kulakları sağır edercesine bir milyon kişinin üzerinden İran’a doğru yaptığı uçuş, büyük bir coşkuyla karşılandı. Hükümet binası üzerinde deklanşöre basarak çektiğim görüntü Hürriyet, Milliyet gibi pek çok ulusal ve uluslararası haber kanallarında kullanıldı. Seyircilerin arasında üstü açık tam donanımlı bir otobüsün üzerinden gösteri idare edilmişti. Gösteri ve tören bitmesine rağmen halk dağılmamış ve otobüse doğru yönelmişti. Bu coşku tehlikeli olmaya başlayınca akıllı davranan gösteri ekip lideri, pilotların otobüse indirerek coşkuyu azaltmaya çalışmıştı. Daha sonraları pek çok haber kanalı, bu seyirci kitlesinin bir rekor olduğunu yazacaktı. Halen internette dolaşan bu muhteşem gösterinin parçası olmak bugün bile benim için büyük bir mutluluktur.  Başınızın üstünden size ait müşterek kuvvetin gücünü ve verdiği güveni Hakkâri Dağ ve Komando Tugayında daha sonra tekrar yaşayacaktım. 

 

Azerbaycan/Bakü’de yaşanılan zamanlar, benim için pek çok tecrübe ve olgunlaşma zamanları oldu. Örneğin kuğu gölü baletini ilk kez doyasıya Bakü’de izledim. Rusların tiyatro ve sahne sanatlarına bayıldım. Bazen akşamları gittiğimiz çok uluslu eğlence mekânlarında ve başka ortamlarda daha rahat hareket etmeye başladım. İçeceğim bitince, sormadan aynı içeceğimi getiren garson, karşımda kadehini bana kaldıran dost İrlandalıyı işaret edince şaşırmıştım.  Kısa süreli sohbetlerle güzel insanlarla tanıştım. Bakü’de Zerdüşt Dinine inan Ateşgah’ta insanların ibadetlerini izledim. Biyoenerji ile tanıştım ve etkilendim. Uluslararası bir haber ajansının temsilcisi dâhil, pek çok sevgililerim oldu. Bir yıllık en gelişmiş marka, son model güçlü bir araç ve şoförün günlüğü on dolardı. İstediğim saatte cep telefonuyla arayıp program bittiğinde beni almasını sağlıyordum. Şoförümün gözü karaydı. Bazı polis kontrol noktalarını seri bir şekilde atlatıyordu.Görünmeden istediğim zaman istediğim yerde olmamı sağlıyordu.

 

Bir akşam generalin oğlu ile bir açılışa gitmiştik. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, eğlencenin zirvesinde mekâna polis baskını oldu. Polisler rüşvetle işi döndürüyor ve sıkıntı çıkartabiliyorlardı. Yanımda fazla nakit kalmamış, üstelik generalin oğluyla nezarethane hiç hoş bir durum olmayacaktı. Şoförümün telefonu cevap vermeyince, iş yerinden rütbeli bir arkadaşımı bizi alması için aradım. Eğlence mekanının mutfak kısmından geçerek arka kapıdan çıkabildik. Sabaha karşı iş yerine ulaşıp, acele duşla tam zamanında toplantı odasında yerimi almıştım. Az sonra başlayacak toplantı “Bazı arkadaşlar, gece hayatlarına dikkat etmeliler” şeklinde babacan bir uyarıyla gelecekti. Tabii benim gözüm yerde ve yüzüm kıpkırmızı…Sanırım rahmetli Zeki DURLANIK paşa ve benim dışımda konuyu bilen yoktu.


Kardeş Azerbaycan'da  yaşadığım bazı olaylara dikkatinizi çekmek isterim. O yıllarda ASELSAN 1919 cep telefonları meşhurdu. Telefonları üst düzey yetkililere hediye olarak dağıtıyorduk. Yüksek nüfuza sahip insanların kullandığı markalar, halk tarafından çabuk benimseniyordu. İyi bir pazar açtığımıza inanıyorduk. Ancak arkamızdan teknik servis/bakım hizmetlerinin aksaması ve ürün devamlılığının sağlanamamasından dolayı, ürün  hak ettiği başarıyı elde edememişti. Diğer bir olay ağaç taşıma işiydi. Türkiye ile haberleşmede kullandığım uydu sisteminin önüne bir çam ağacının yaprakları geliyordu. Özellikle sabahları çiğ ve buzlanma zamanlarında haberleşme aksıyordu. Mecburen ağacı taşımak zorunda kaldık. Ancak ağaç taşıma işinde ne kadar dikkatli olursam olayım ağaç ölmüştü. Ağaç taşıma işinin pek başarılı bir süreç olmadığını öğrenmiştim. Azerbaycan'da Türk öğrenci ve iş adamlarıyla bazen karşılaşıyorduk. Bizler, asker olarak görevimizi yaptığımız kadar diğer kurumların da görevini yapmasını bekliyorduk. Ancak büyükelçilik personeli bizim kadar heyecanlı ve görev odaklı değildi. Bu süreçlerin özellikle ekonomi, gümrük ve malların serbest dolaşımı konularının çok sık aksadığını gördük. O zamanlar internet ve haberleşme hizmeti kısıtlı ve pahalı olduğundan lüks sayılabiliyordu. Asker olarak ekipmanlarımız çok sağlamdı. Örneğin yanımda bulunan uydu üzerinden TUYT (Taşınabilir Yer Uydu Terminali) üzerinden, zaman zaman sivillerin aileleriyle haberleşmelerine imkan tanıyorduk. Üç dakikalık kesiciyle hem personel, hem sivil vatandaşlarımızın aileleri ve sevdikleriyle görüşmelerinde zaman zaman duygusal anlar yaşanıyordu. Azerbaycan'da Rus,Yunan, İngiliz ve pek çok ülkenin personeli kendi ülke menfaatleri için çalışıyordu. Bunları eleyerek bizlerin daha yukarıda kardeş Azerbaycanla yaptığımız işlerin bir kısmını burada yazmaya çalıştım. Süreç halinde ve doğru politikalarla ilerlense, eminim Türk Dünyası kardeşliği çok daha iyi noktalara gelecektir. 

Yıllar sonra Azerbaycan Türklerinden doktor dostumun büyük oğlu, beni sosyal medyadan bulacak ve o Almanya'da ben Yalova'dan dostça seslerimiz sanal ortamda yeniden buluşacaktı. Bu kadar sıcak ve hiç ayrılmamış gibi içten sohbet edecek "Kardaş elimizden gelen bir şey olursa çekinme" ısrarlarıma rağmen her Türk gibi savaş halinde tüm gururlu cesaretiyle ülkesine dua etmemi isteyecekti. Elbette elim boş durmayacak Azerbaycan'a elimden geldiğince maddi ve manevi katkıda bulunacaktım. Sağlam kanallardan maddi destek sağlarken, özellikle yurt dışı sitelerde kendi dillerinde psikolojik savaşa katılmaya çalıştım. 2001 Yılının sıcak ağustos ayında tozlu Sumgayt tren istasyonunda beni uğurlayan küçük Türkel, şimdi büyümüş ve Almanya'da lojistik okuyor. Yolun ve bahtın açık olsun dost Türkel ve kardeş Azerbaycan.

Çok şükür  10 Kasım 2020 tarihinde Ermenistan yenilgiyi kabul etti. Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya barış antlaşması imzaladı. Azerbaycan Demir Yumruk Operasyonu Türkiye'nin de yardımıyla büyük bir zafer elde etti. Şehitlerimize Allahtan gani gani rahmet dilerken, gazilerimize acil şifalar dilerim. Akıl, bilim ve inançla kazanılan bu zafer hepimizin gururu.

                    Sırmalar sarsam koluna, inciler dizsem yoluna

                Fırtınalar dursun yana, yol ver Türk'ün bayrağına

                Kafkaslardan aşacağız, Türklüğe şan katacağız

                Türkün şanlı bayrağını Kafkaslara asacağız.

Derken şaka yapmıyorduk.

2 yorum:

  1. Bu işler bitince bir karabağ gezisi ne güzel olur...

    YanıtlaSil
  2. Harika bir gezi- anı yazısı olmuş. Yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil