“ Buraya gülmeye mi gelmiştik, ağlamaya mı?
Ölüyor muyuz, yoksa doğuyor mu?”
Terra Noastra, Carlos Fuentes
ÜÇÜNCÜ
DALGA
Alvin TOFFLER, ın “Üçüncü Dalga”
adlı kitabı kendi deyimiyle büyük ölçekli bir analiz kitabıdır.
Giriş :
Sosyal hayatlar parçalanıyor, ekonomik krizle savaşlar ardı ardına patlak
veriyor. Herkes cankurtaran olarak aileye, dine veya devlete sarılıyor.
Devletler ise ya aptalca hareketler yapıyor veya hiç bir şey yapmıyor. Dünyanın
çivisinin çıktığını söylerken aslında bu noktada endüstrileşme ölüyor, yeni
uygarlıklar doğuyor. Kördüğüm olaylar yığınının altında şaşırtıcı potansiyel
taşıyan umut verici akışın varlığı üçüncü dalga yani yeni başlangıçtır.
Hiçbir
bilgi tam değildir, bütünü kapsayamaz. Bu gerçeği biliyor olmak aydınlanmanın
kendisidir, fanatizmin karşıtıdır. Yarının şu anda cenin halinde olan
dünyasını, geleneksel ofis binasına sığdıramayız, muhafazakâr tutumları veya
olması gereken ruh hallerini de.
Dalgaların
Çatışması:
Uygarlığın gelişimini en
iyi tanımlayanlardan Alvin TOFFLER, dalga teorisi ile uygarlığı üç parçaya
ayırmıştır: Birinci dalga tarım toplumunu, ikinci dalga endüstri toplumunu ve
üçüncü dalga içinde yaşadığımız toplumu temsil etmektedir.
Tarım toplumu, ilkel
topluluktan sonra gelen ve bin yıl kadar süren aşamadır. Toprağın islenmeye
başlaması toplumsal yasamı dönüştürmüş, farklı bir yasam biçimi ortaya
koymuştur. Tarım, yerleşik hayatı beraberinde getirmiştir. Yerleşik hayata
geçen insanlar kendi içlerinde çeşitli örgütlenmelere ve ticarete
başlamışlardır. Artık belirli toplumsal kurallar oluşturulmuş ve bir toplumsal
düzen çerçevesinde yaşam başlamıştır. Birinci dalga toplumlarının yenilenebilir
enerji kaynaklarından yararlandığı söylenebilir. Birlik ruhunu simgelemektedir.
İkinci Dalga:
Endüstri toplumu, sanayileşme ve
sanayi devrimi ile İngiltere’de başlamıştır. İlk olarak Newcomen’in 1712
yılında buharlı motor icat etmesiyle ve bunun enerji kaynağı olarak
kullanılması gibi yeni teknolojilerin üretimle ilgili ekonomik alanda artan
ölçüde kullanılmasıyla başlamıştır. Makineleşerek fabrikasyon üretimlerle ABD
başta olmak üzere eşit olmayarak bütün dünyaya yayılmıştır. Endüstri toplumu yenilenmesi mümkün olmayan
fosil yakıtlardan yararlanmaktadır.
İkinci dalga insanlığa beraberinde
pek çok değişik özellikler katmıştır. Endüstri devrimine hâkim toplumlarda
üretim ve refah seviyesinde büyük artış görülmüştür. Bu değişikliklerin pek
çoğu olumlu tarafta yer alırken olumsuz gelişmeler de söz konusudur. Örneğin
doğamız geri dönülemez şekilde katledilmiştir. Yaşamlarımıza daha makineleşmiş
şekilde ekonomik değerleme ile bakılmaktadır. Bireysellikten yanadır ve
çekirdek aile kavramını ortaya çıkarmıştır. Hayatın ve üretimin tüm alanlarına
bir standartlaşmaya gidilmiştir. Ekonomi giderek merkezi bir durum almaya
başlamış ve finans akışını kontrolü için “Merkez Bankası” orta çıkmıştır.
Endüstri toplumlarında “sınırlı
sorumluluk” kavramı ile daha büyük ve ölümsüz olarak görülen şirketler
kurulmaya başlanmış, ilki ABD de 1901 yılında milyon dolar bütçeli US Stell
Company (Çelik üretim fabrikası) iş hayatına başlamıştır. Ancak iş dünyasında
bu fabrikalaşma eğilimi o kadar ileri gitmiştir ki sanat alanında dahi
kendisini hissettirmeye başlamıştır. Sanatçılar daha çok bilet satmak,
sanatlarını pazarlamak “ürünlerini” tüketicilerin beğenisine sunmak zorunda kalmışlardır.
Böylece manejerlik, prodüksiyon vb. yeni iş alanları ortaya çıkmaya başladı. Maddiyatçı
insan kişiliği, sadece kapitalizm ve sosyalizmden değil, endüstrileşmeden
kaynaklanmıştır.
Endüstri toplumunun örtülü
müfredatında temel olarak üç şey öğretilmektedir: Her şeyi zamanında yapmak, itaatkâr
olmak ve verilen görevi düşünme zahmetine girmeden ezbere tekrarlamak. Özellikle
üretim bandı sistemlerini temel alan fabrika ortamı, ister beyaz yakalı ve
isterse mavi yakalı olsun, çalışanların zamanında işe gelip gitmesini,
yöneticilerin emirlerini tartışmadan ve karşı çıkılmadan yerine getirilmesini
ve büroda ya da üretim bandı başında aynı şeyleri bıkmadan defalarca yapmayı
gerektirmektedir.
Hangi ideolojiyi savunursa savunsun endüstri toplumu analistlerinden Sovyet
analisti M.Senin’ in Socialist Integration (Sosyalist Birleşme) adlı kitabında,
Lenin “Ülkeleri birbirine
yaklaştırmayı... ortak bir plan sayesinde düzenlenen... tek bir dünya
ekonomisinin yaratılmasına yol açacak... objektif bir süreç” olarak gördüğü
endüstri dünyasının amacını ortaya koyuyordu. Hızla bir tarafta ABD nin başı
çektiği IMF,GATT, NATO, Dünya Bankası vb. diğer tarafta Sovyetlerin başı
çektiği COMECON, VARŞOVA vb. birlikteliklerin kurulduğu iki kutuplu dünya ortay
çıktı. Dünya ulus devletlerine bölünerek gruplandırıldı. (Kitap, Sovyetler
dağılmadan önce kaleme alındığından kutuplu dünya düzeni etkilerini
yansıtmaktadır. Özette bu konular kısıtlı ele alınmıştır.)
İkinci dalga toplumları, acımasız bir şekilde birinci dalga toplumları
üzerine savaş açmış, hammadde ve kaynak ihtiyaçlarını karşılamak üzere sömürüyü
başlatmışlardır. Endüstrileşmeyle birlikte, suçluların kitle halinde
hapishanelere atıldığı, akıl hastalarının sürüler halinde tımarhanelere
kapatıldığı, farikada çalışan işçiler gibi çocukların da gruplar halinde
okullara çekildiği on dokuzuncu yüzyıl büyük hapsetmeler çağı olarak da
anılacaktır.
İşler Kötüye mi Gidiyor ?
Haberlerin bunalım üzerine bunalım eklemeleri, artan savaşlar, din
adamlarının kıyamet söylentileri vb. günlük maruz kalınan bilgi akışı, gelecek
olmadığına inanmamızı ve bunun sonucunda da hayal gücünü ve iradeyi felç
olmasını sağlamaktadır. ABD’ de her dört vatandaştan birinin ciddi duygusal
stres altında olduğu bilinmektedir. İnsanlar öfkelerini kontrol etmekte
zorlanmakta. Milyonlar artık bu durumdan bıkıp usandı. Küresel bilgi paylaşımı,
enerji krizleri ve hatta savaşları, dünyada arka arkaya patlayan kimine göre
bölücü kiminde göre bağımsızlık hareketleri hepsi bir fenomenin parçalarıdır:
Endüstrileşmenin ölümü, yeni bir uygarlığın doğuşu.
İkinci dalga politik yapıları
giderek eskimekte ve günümüzün karmaşık dünyasına ayak uyduramıyorsa sorunun
bir parçası da ikinci dalganın başka bir kurumundadır: Ulus devletinde! Endüstri çağının kitlesel toplumu değişimlere
cevap veremez duruma gelmiştir. Ayrımcılık, bölücülük, bölgeselcilik, iktidar
hırsı veya merkeziyetçilikten uzaklaşma çabası vs. nasıl adlandırılırsa
adlandırılsın bu güçler aynı zamanda destek te topluyor. Ülkeler yerelleşmiş ve
uzmanlaşmış ihtiyaçlara cevap verememekte, aşırı detaylar içinde boğulmaktadır.
Ancak, şirketler şaşırtıcı bir şekilde aynı sorunla başa çıkabilmek için ürün
gamını arttırıyor veya pazar bölümleme politikası izliyor. Karşımıza şaşırtıcı
bilgi ve güce sahip küresel şirketler çıkıyor. Çok uluslu şirketler ön planda olmasına karşın
küresel sahnede uluslararası dini, kültürel ve etnik hareketlerinde içinde yer
aldığı sivil toplum kuruluşlarının varlıklarına ve güçlendiklerine tanık
oluyoruz.
Üçüncü dalganın birinci dalgaya benzeyen çok çeşitli özellikleri var;
üretimin merkeziyetçilikten uzaklaşması, uygun ölçek, yenilenebilir enerji,
şehirden uzaklaşma, evde çalışma, yüksek üreten tüketici faaliyetleri bunlardan
bazılarıdır. Diyalektik olarak bir geri dönüş yaşıyor olabiliriz. Üçüncü dalga
birkaç on yılda tamamlanacağı ve yaşamımız içinde hissedeceğimiz bir dönem
olacaktır.
Üçüncü dalganın etkisi arttıkça kitlesellikten uzaklaşan bir yaşam
başlayacaktır. Örneğin, trafik akışı sabah bir yöne, akşam aksi yöne akıyor ve belirli
saatlerde yoğunlaşıyorsa halen ikinci dalganın etkisi sürüyor demektir. Ancak
trafik gün boyu her yöne aynı yoğunlukta akıyorsa orada üçüncü dalga
endüstrilerinin yerleştiğini, hizmet sektöründe çalışanların sayısının fabrika
işçilerinden fazla olduğunu söylenebilir. Böyle yerlerde yirmi dört saat hizmet
veren benzin istasyonları, bankalar ve restoranlar vs. bulunacaktır.
Zaman kullanımında bu değişiklikler işleri kolaylaştırıyor olabilir ancak
yalnızlığı körükleyebilme riskini beraberinde getirir. Arkadaşlar akrabalar ve
aile bireyleri programlarını birbirine uydurmalarını sağlayacak sistemlere
ihtiyaç duyacaklardır. Artık eski buluşma yerleri, mahalle kafeleri, okuldaki
spor sahaları gibi geleneksel anlamlarını kaybedebilir. Sosyal hayatın kolaylaşması
için bunların yerini alacak yeni ortamlara ihtiyaç var.
Tarih sahnesine bakıldığında, dünya birinci dalga içindeyken toprağını en
verimli şekilde kullanabilen toplumların diğerleri üzerinde bir güç alanı
oluşturdukları görülmektedir. Bu güç alanının oluşturulmasındaki temel prensip
sadece tarım toplumları için değil, sanayi ve bilgi toplumları için de geçerli
olup, bu prensip; içinde bulunulan dalganın değişkenlerinde sinerjik bir
şekilde yararlanabilmektedir. Bu ise yönetim temel fonksiyonları olan planlama,
teşkilatlandırma, emir-komuta, koordinasyon ve kontrolun ülke bazında içinde
bulunulan dalganın değişkenleriyle bir sistem anlayışı içinde
bütünleştirilmesiyle mümkün olabileceğidir. Ancak bu şekilde sinerji prensibi
gerçekleştirilmiş olacaktır.
Yeni uygarlık o
denli farklı ki, doğrudur diye bellemiş, benimsemiş olduğumuz bütün eski
görüşlerimizi zorlar. Eski düşünce tarzları, eski formüller, öğretiler,
ideolojiler, geçmişte ne denli yararlı olmuş olurlarsa olsunlar, artık bugünün
gerçeklerine uymamaktadır. Yeni değerler ve teknolojilerin yeni jeopolitik
ilişkilerin, yeni yaşam biçimleri ve haberleşme yöntemlerinin etkisiyle ortaya
çıkan bu dünya, yeni fikirleri, yeni benzetmeleri, yeni sınıflandırmaları ve
kavramları da gerektiriyor. Yarının embriyon halindeki dünyasını dünün
kalıpları içine sıkıştıramayız.
Bilgisayara bağlı sistemlerin
oluşturulması bir fikir olabilir. Bu sisteme siz kendi randevularını ve
yaptıklarınızı konuşurken başkaları ile ortak programları izleyerek ne zaman,
nerede buluşulacağı planlanabilir.
Daha esnek ve bireysel ihtiyaçlara göre ayarlanmış programlara geçmek,
çalışmaları yaydığı ve odak noktalarını etkisiz hale getirdiği için enerji
ziyanını ve çevre kirliliğini azaltır.
Bu geçiş süreci devam ederken şimdilik aklımızdan bile geçirmediğimiz
sonuçlarla karşılaşacağımız söylenebilir. Yeni zaman kullanımı, evdeki
yaşantımızı ve biyolojik ritmimizi etkileyebilir. Hatta tüm insan deneyimlerini
değiştirme ihtiyacı ortaya çıkabilir.
Endonezya başbakanı Suharto, geleneksel bir kılıç ucunu elektronik bir
düğmeye basarak ülke takımadalarını izleyecek bir uydu iletişim sistemini
harekete geçirdi. Bu olaydan bir asır önce de ABD nin iki sahilini
birleştirecek demiryoluna altın çivinin çakılması gibi dönüşümü simgeleyen önemli
sembolik olaylara tanık olduk. Birinci dalga ve üçüncü dalga bileşimine dayanan
yepyeni toplumlar ortaya çıkacaktır. Bu toplumlar uzak doğuda su yüzüne
çıkacaktır.Enerji, tarım, teknoloji ve iletişim gibi alanlarda bu tür
gelişmeler, çok daha derin bir anlam ifade etmektedir; Geçmiş ve geleceğin,
Birinci Dalga ve Üçüncü Dalga’ nın birleşimine dayanan yepyeni toplumlar!
Birinci dalgadan sonra tüm uluslar ikinci dalgayı yaşamak zorunda
değildir. Çoğu deneme ikinci dalganın Güney Kore ve Tayvan vb. ülkeleri zehirlediği ve açmaza
sürüklediği görüldü. Üçüncü dalganın bu ülkelerde doğacağı ümit edilebilir. Ekoloji,
kültür ve dini aile yapısını ve var oluşum psikolojisini bozmadan, ekonomiye
aşırı vurgu yapmadan gerçek ihtiyaçlarına uygun model olacaktır.
Üretici ile tüketici arasındaki sınırların
bulanıklaştığı, yeni bir tüketici tipinin pazarları ve endüstrileri
yönlendirecektir. Sanayi sonrası dönemde, “kullandığı ürün ve hizmetin üretiminde
rol alan” (prosumer) tüketici yaygınlaşacaktır.
SONUÇ :
İçinde yaşadığımız bütün bu yıkıntıların, çöküntülerin ortasında yeni
doğuşların, yeni yaşamların belirtilerini şimdiden görebiliriz. Açıkça
tartışmaya yer bırakmayacak biçimde görülecektir ki, aklımızı kullanırsak ve
biraz da talihimiz yaver giderse, yeni ortaya çıkacak uygarlık, şimdiye dek
gördüklerimizden çok daha sağlıklı, çok daha mantıklı, çok daha dürüst, çok
daha demokratik olabilir. Önümüzdeki geçiş yılları fırtınalı ve bunalımlarla
dolu olsa bile, uzun dönemde iyimser olmamız için birçok neden vardır. Kişisel
ve toplumsal bunalımların kökeninde eski ve yeni uygarlıkların çatışması
yatıyor. Ne kadar aydınlanmış olsalar da, seçkinler kendi başlarına uygarlık
yaratamazlar. Bütün insanlığın enerjisi gerekir ve bu enerji salıverilmeyi
bekliyor. Gelecek kuşaklar için yeni kurumlar ve organizasyonlar üretmeyi kendimize
bir görev bilirsek, enerjiden çok daha güçlü bir şeyi serbest bırakabiliriz:
Sinerjiye dayalı hayal gücü.
Toplumsal sorunlarla ilgili geniş bir eğitim kampanyası açarak
milyonlarca insanı karşılaşılacak bunalıma hazırlamamız mümkün olabilir. Değişimin
sorumluluğunu taşıyanlar bizleriz. Önce kendimiz hazırlamak zorundayız. İlk
bakışta çok yanlış, şaşırtıcı gelse bile, herhangi bir yeni görüşü hemen
yerinde boğmaya kalkan, sıkıcılığına rağmen eski her şeyi savunan fikir
düşmanlarına karşı sağır ve kör olmayı öğrenmeliyiz. Bu insanlara özgürce
fikirlerini sunma şansı verecektir. Yeniden yapılanmaya şimdi başlarsak, biz ve
çocuklarımız bütün uygarlığımızı yeniden biçimlendirilmesinde yer alabiliriz. Tıpkı
dünyadan birer birer göçen devrimci kuşak gibi, biz de bir kader yazmak üzereyiz.
Çok güzel, kaleminize sağlık
YanıtlaSil