2 Mayıs 2016 Pazartesi

Son Zamanlarda Okuduğum En güzel Kitap : Üçüncü Dalga / Alvin TOFFLER (Kitap incelemesi)

“ Buraya gülmeye mi gelmiştik, ağlamaya mı?
Ölüyor muyuz, yoksa doğuyor mu?”
Terra Noastra, Carlos Fuentes


ÜÇÜNCÜ DALGA

Alvin TOFFLER, ın  “Üçüncü Dalga” adlı kitabı kendi deyimiyle büyük ölçekli bir analiz kitabıdır.

Giriş :
Sosyal hayatlar parçalanıyor, ekonomik krizle savaşlar ardı ardına patlak veriyor. Herkes cankurtaran olarak aileye, dine veya devlete sarılıyor. Devletler ise ya aptalca hareketler yapıyor veya hiç bir şey yapmıyor. Dünyanın çivisinin çıktığını söylerken aslında bu noktada endüstrileşme ölüyor, yeni uygarlıklar doğuyor. Kördüğüm olaylar yığınının altında şaşırtıcı potansiyel taşıyan umut verici akışın varlığı üçüncü dalga yani yeni başlangıçtır. 

            Hiçbir bilgi tam değildir, bütünü kapsayamaz. Bu gerçeği biliyor olmak aydınlanmanın kendisidir, fanatizmin karşıtıdır. Yarının şu anda cenin halinde olan dünyasını, geleneksel ofis binasına sığdıramayız, muhafazakâr tutumları veya olması gereken ruh hallerini de.


            Dalgaların Çatışması:
            Uygarlığın gelişimini en iyi tanımlayanlardan Alvin TOFFLER, dalga teorisi ile uygarlığı üç parçaya ayırmıştır: Birinci dalga tarım toplumunu, ikinci dalga endüstri toplumunu ve üçüncü dalga içinde yaşadığımız toplumu temsil etmektedir.

Tarım toplumu, ilkel topluluktan sonra gelen ve bin yıl kadar süren aşamadır. Toprağın islenmeye başlaması toplumsal yasamı dönüştürmüş, farklı bir yasam biçimi ortaya koymuştur. Tarım, yerleşik hayatı beraberinde getirmiştir. Yerleşik hayata geçen insanlar kendi içlerinde çeşitli örgütlenmelere ve ticarete başlamışlardır. Artık belirli toplumsal kurallar oluşturulmuş ve bir toplumsal düzen çerçevesinde yaşam başlamıştır. Birinci dalga toplumlarının yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlandığı söylenebilir. Birlik ruhunu simgelemektedir.

İkinci Dalga:
            Endüstri toplumu, sanayileşme ve sanayi devrimi ile İngiltere’de başlamıştır. İlk olarak Newcomen’in 1712 yılında buharlı motor icat etmesiyle ve bunun enerji kaynağı olarak kullanılması gibi yeni teknolojilerin üretimle ilgili ekonomik alanda artan ölçüde kullanılmasıyla başlamıştır. Makineleşerek fabrikasyon üretimlerle ABD başta olmak üzere eşit olmayarak bütün dünyaya yayılmıştır.  Endüstri toplumu yenilenmesi mümkün olmayan fosil yakıtlardan yararlanmaktadır.  
           
            İkinci dalga insanlığa beraberinde pek çok değişik özellikler katmıştır. Endüstri devrimine hâkim toplumlarda üretim ve refah seviyesinde büyük artış görülmüştür. Bu değişikliklerin pek çoğu olumlu tarafta yer alırken olumsuz gelişmeler de söz konusudur. Örneğin doğamız geri dönülemez şekilde katledilmiştir. Yaşamlarımıza daha makineleşmiş şekilde ekonomik değerleme ile bakılmaktadır. Bireysellikten yanadır ve çekirdek aile kavramını ortaya çıkarmıştır. Hayatın ve üretimin tüm alanlarına bir standartlaşmaya gidilmiştir. Ekonomi giderek merkezi bir durum almaya başlamış ve finans akışını kontrolü için “Merkez Bankası” orta çıkmıştır.

            Endüstri toplumlarında “sınırlı sorumluluk” kavramı ile daha büyük ve ölümsüz olarak görülen şirketler kurulmaya başlanmış, ilki ABD de 1901 yılında milyon dolar bütçeli US Stell Company (Çelik üretim fabrikası) iş hayatına başlamıştır. Ancak iş dünyasında bu fabrikalaşma eğilimi o kadar ileri gitmiştir ki sanat alanında dahi kendisini hissettirmeye başlamıştır. Sanatçılar daha çok bilet satmak, sanatlarını pazarlamak “ürünlerini” tüketicilerin beğenisine sunmak zorunda kalmışlardır. Böylece manejerlik, prodüksiyon vb. yeni iş alanları ortaya çıkmaya başladı. Maddiyatçı insan kişiliği, sadece kapitalizm ve sosyalizmden değil, endüstrileşmeden kaynaklanmıştır.

            Endüstri toplumunun örtülü müfredatında temel olarak üç şey öğretilmektedir: Her şeyi zamanında yapmak, itaatkâr olmak ve verilen görevi düşünme zahmetine girmeden ezbere tekrarlamak. Özellikle üretim bandı sistemlerini temel alan fabrika ortamı, ister beyaz yakalı ve isterse mavi yakalı olsun, çalışanların zamanında işe gelip gitmesini, yöneticilerin emirlerini tartışmadan ve karşı çıkılmadan yerine getirilmesini ve büroda ya da üretim bandı başında aynı şeyleri bıkmadan defalarca yapmayı gerektirmektedir.

Hangi ideolojiyi savunursa savunsun endüstri toplumu analistlerinden Sovyet analisti M.Senin’ in Socialist Integration (Sosyalist Birleşme) adlı kitabında, Lenin  “Ülkeleri birbirine yaklaştırmayı... ortak bir plan sayesinde düzenlenen... tek bir dünya ekonomisinin yaratılmasına yol açacak... objektif bir süreç” olarak gördüğü endüstri dünyasının amacını ortaya koyuyordu. Hızla bir tarafta ABD nin başı çektiği IMF,GATT, NATO, Dünya Bankası vb. diğer tarafta Sovyetlerin başı çektiği COMECON, VARŞOVA vb. birlikteliklerin kurulduğu iki kutuplu dünya ortay çıktı. Dünya ulus devletlerine bölünerek gruplandırıldı. (Kitap, Sovyetler dağılmadan önce kaleme alındığından kutuplu dünya düzeni etkilerini yansıtmaktadır. Özette bu konular kısıtlı ele alınmıştır.)

İkinci dalga toplumları, acımasız bir şekilde birinci dalga toplumları üzerine savaş açmış, hammadde ve kaynak ihtiyaçlarını karşılamak üzere sömürüyü başlatmışlardır. Endüstrileşmeyle birlikte, suçluların kitle halinde hapishanelere atıldığı, akıl hastalarının sürüler halinde tımarhanelere kapatıldığı, farikada çalışan işçiler gibi çocukların da gruplar halinde okullara çekildiği on dokuzuncu yüzyıl büyük hapsetmeler çağı olarak da anılacaktır.

İşler Kötüye mi Gidiyor ?
Haberlerin bunalım üzerine bunalım eklemeleri, artan savaşlar, din adamlarının kıyamet söylentileri vb. günlük maruz kalınan bilgi akışı, gelecek olmadığına inanmamızı ve bunun sonucunda da hayal gücünü ve iradeyi felç olmasını sağlamaktadır. ABD’ de her dört vatandaştan birinin ciddi duygusal stres altında olduğu bilinmektedir. İnsanlar öfkelerini kontrol etmekte zorlanmakta. Milyonlar artık bu durumdan bıkıp usandı. Küresel bilgi paylaşımı, enerji krizleri ve hatta savaşları, dünyada arka arkaya patlayan kimine göre bölücü kiminde göre bağımsızlık hareketleri hepsi bir fenomenin parçalarıdır: Endüstrileşmenin ölümü, yeni bir uygarlığın doğuşu.

            İkinci dalga politik yapıları giderek eskimekte ve günümüzün karmaşık dünyasına ayak uyduramıyorsa sorunun bir parçası da ikinci dalganın başka bir kurumundadır: Ulus devletinde!  Endüstri çağının kitlesel toplumu değişimlere cevap veremez duruma gelmiştir. Ayrımcılık, bölücülük, bölgeselcilik, iktidar hırsı veya merkeziyetçilikten uzaklaşma çabası vs. nasıl adlandırılırsa adlandırılsın bu güçler aynı zamanda destek te topluyor. Ülkeler yerelleşmiş ve uzmanlaşmış ihtiyaçlara cevap verememekte, aşırı detaylar içinde boğulmaktadır. Ancak, şirketler şaşırtıcı bir şekilde aynı sorunla başa çıkabilmek için ürün gamını arttırıyor veya pazar bölümleme politikası izliyor. Karşımıza şaşırtıcı bilgi ve güce sahip küresel şirketler çıkıyor.  Çok uluslu şirketler ön planda olmasına karşın küresel sahnede uluslararası dini, kültürel ve etnik hareketlerinde içinde yer aldığı sivil toplum kuruluşlarının varlıklarına ve güçlendiklerine tanık oluyoruz.
Üçüncü dalganın birinci dalgaya benzeyen çok çeşitli özellikleri var; üretimin merkeziyetçilikten uzaklaşması, uygun ölçek, yenilenebilir enerji, şehirden uzaklaşma, evde çalışma, yüksek üreten tüketici faaliyetleri bunlardan bazılarıdır. Diyalektik olarak bir geri dönüş yaşıyor olabiliriz. Üçüncü dalga birkaç on yılda tamamlanacağı ve yaşamımız içinde hissedeceğimiz bir dönem olacaktır.
Üçüncü dalganın etkisi arttıkça kitlesellikten uzaklaşan bir yaşam başlayacaktır. Örneğin, trafik akışı sabah bir yöne, akşam aksi yöne akıyor ve belirli saatlerde yoğunlaşıyorsa halen ikinci dalganın etkisi sürüyor demektir. Ancak trafik gün boyu her yöne aynı yoğunlukta akıyorsa orada üçüncü dalga endüstrilerinin yerleştiğini, hizmet sektöründe çalışanların sayısının fabrika işçilerinden fazla olduğunu söylenebilir. Böyle yerlerde yirmi dört saat hizmet veren benzin istasyonları, bankalar ve restoranlar vs. bulunacaktır.
Zaman kullanımında bu değişiklikler işleri kolaylaştırıyor olabilir ancak yalnızlığı körükleyebilme riskini beraberinde getirir. Arkadaşlar akrabalar ve aile bireyleri programlarını birbirine uydurmalarını sağlayacak sistemlere ihtiyaç duyacaklardır. Artık eski buluşma yerleri, mahalle kafeleri, okuldaki spor sahaları gibi geleneksel anlamlarını kaybedebilir. Sosyal hayatın kolaylaşması için bunların yerini alacak yeni ortamlara ihtiyaç var.
Tarih sahnesine bakıldığında, dünya birinci dalga içindeyken toprağını en verimli şekilde kullanabilen toplumların diğerleri üzerinde bir güç alanı oluşturdukları görülmektedir. Bu güç alanının oluşturulmasındaki temel prensip sadece tarım toplumları için değil, sanayi ve bilgi toplumları için de geçerli olup, bu prensip; içinde bulunulan dalganın değişkenlerinde sinerjik bir şekilde yararlanabilmektedir. Bu ise yönetim temel fonksiyonları olan planlama, teşkilatlandırma, emir-komuta, koordinasyon ve kontrolun ülke bazında içinde bulunulan dalganın değişkenleriyle bir sistem anlayışı içinde bütünleştirilmesiyle mümkün olabileceğidir. Ancak bu şekilde sinerji prensibi gerçekleştirilmiş olacaktır.

Yeni uygarlık o denli farklı ki, doğrudur diye bellemiş, benimsemiş olduğumuz bütün eski görüşlerimizi zorlar. Eski düşünce tarzları, eski formüller, öğretiler, ideolojiler, geçmişte ne denli yararlı olmuş olurlarsa olsunlar, artık bugünün gerçeklerine uymamaktadır. Yeni değerler ve teknolojilerin yeni jeopolitik ilişkilerin, yeni yaşam biçimleri ve haberleşme yöntemlerinin etkisiyle ortaya çıkan bu dünya, yeni fikirleri, yeni benzetmeleri, yeni sınıflandırmaları ve kavramları da gerektiriyor. Yarının embriyon halindeki dünyasını dünün kalıpları içine sıkıştıramayız.

 Bilgisayara bağlı sistemlerin oluşturulması bir fikir olabilir. Bu sisteme siz kendi randevularını ve yaptıklarınızı konuşurken başkaları ile ortak programları izleyerek ne zaman, nerede buluşulacağı planlanabilir.

Daha esnek ve bireysel ihtiyaçlara göre ayarlanmış programlara geçmek, çalışmaları yaydığı ve odak noktalarını etkisiz hale getirdiği için enerji ziyanını ve çevre kirliliğini azaltır.

Bu geçiş süreci devam ederken şimdilik aklımızdan bile geçirmediğimiz sonuçlarla karşılaşacağımız söylenebilir. Yeni zaman kullanımı, evdeki yaşantımızı ve biyolojik ritmimizi etkileyebilir. Hatta tüm insan deneyimlerini değiştirme ihtiyacı ortaya çıkabilir.

Endonezya başbakanı Suharto, geleneksel bir kılıç ucunu elektronik bir düğmeye basarak ülke takımadalarını izleyecek bir uydu iletişim sistemini harekete geçirdi. Bu olaydan bir asır önce de ABD nin iki sahilini birleştirecek demiryoluna altın çivinin çakılması gibi dönüşümü simgeleyen önemli sembolik olaylara tanık olduk. Birinci dalga ve üçüncü dalga bileşimine dayanan yepyeni toplumlar ortaya çıkacaktır. Bu toplumlar uzak doğuda su yüzüne çıkacaktır.Enerji, tarım, teknoloji ve iletişim gibi alanlarda bu tür gelişmeler, çok daha derin bir anlam ifade etmektedir; Geçmiş ve geleceğin, Birinci Dalga ve Üçüncü Dalga’ nın birleşimine dayanan yepyeni toplumlar!

Birinci dalgadan sonra tüm uluslar ikinci dalgayı yaşamak zorunda değildir. Çoğu deneme ikinci dalganın Güney Kore  ve Tayvan vb. ülkeleri zehirlediği ve açmaza sürüklediği görüldü. Üçüncü dalganın bu ülkelerde doğacağı ümit edilebilir. Ekoloji, kültür ve dini aile yapısını ve var oluşum psikolojisini bozmadan, ekonomiye aşırı vurgu yapmadan gerçek ihtiyaçlarına uygun model olacaktır.

Üretici ile tüketici arasındaki sınırların bulanıklaştığı, yeni bir tüketici tipinin pazarları ve endüstrileri yönlendirecektir. Sanayi sonrası dönemde, “kullandığı ürün ve hizmetin üretiminde rol alan” (prosumer) tüketici yaygınlaşacaktır.

           
SONUÇ :

İçinde yaşadığımız bütün bu yıkıntıların, çöküntülerin ortasında yeni doğuşların, yeni yaşamların belirtilerini şimdiden görebiliriz. Açıkça tartışmaya yer bırakmayacak biçimde görülecektir ki, aklımızı kullanırsak ve biraz da talihimiz yaver giderse, yeni ortaya çıkacak uygarlık, şimdiye dek gördüklerimizden çok daha sağlıklı, çok daha mantıklı, çok daha dürüst, çok daha demokratik olabilir. Önümüzdeki geçiş yılları fırtınalı ve bunalımlarla dolu olsa bile, uzun dönemde iyimser olmamız için birçok neden vardır. Kişisel ve toplumsal bunalımların kökeninde eski ve yeni uygarlıkların çatışması yatıyor. Ne kadar aydınlanmış olsalar da, seçkinler kendi başlarına uygarlık yaratamazlar. Bütün insanlığın enerjisi gerekir ve bu enerji salıverilmeyi bekliyor. Gelecek kuşaklar için yeni kurumlar ve organizasyonlar üretmeyi kendimize bir görev bilirsek, enerjiden çok daha güçlü bir şeyi serbest bırakabiliriz: Sinerjiye dayalı hayal gücü.  
      Toplumsal sorunlarla ilgili geniş bir eğitim kampanyası açarak milyonlarca insanı karşılaşılacak bunalıma hazırlamamız mümkün olabilir. Değişimin sorumluluğunu taşıyanlar bizleriz. Önce kendimiz hazırlamak zorundayız. İlk bakışta çok yanlış, şaşırtıcı gelse bile, herhangi bir yeni görüşü hemen yerinde boğmaya kalkan, sıkıcılığına rağmen eski her şeyi savunan fikir düşmanlarına karşı sağır ve kör olmayı öğrenmeliyiz. Bu insanlara özgürce fikirlerini sunma şansı verecektir. Yeniden yapılanmaya şimdi başlarsak, biz ve çocuklarımız bütün uygarlığımızı yeniden biçimlendirilmesinde yer alabiliriz. Tıpkı dünyadan birer birer göçen devrimci kuşak gibi, biz de bir kader yazmak üzereyiz.

1 yorum: